2014/15 sezonu başladığında, Banvit’in Eurocup gibi bir platformda yarı finale kadar yükselebileceğini hangimiz dosdoğru, kendimizden emin bir biçimde, göğsümüzü gere gere iddia edebilirdik? Pek azımız… Geleceği görmek hiçbirimize bahşedilmeyen bir yeti olabilir, fakat bu, tahminler ve varsayımlar üretmemek için geçerli bahane olamaz elbette..
İşin doğrusu, ben de hem sezon başında, hem de sezon ilerledikçe Eurocup’ın üst sıraları için Pınar Karşıyaka’ya Banvit’ten daha fazla şans verenlerdendim. Kadro kalitesi ve tecrübe bakımından mı dersiniz, oyun sistemi ve rotasyon kullanımı açısından mı dersiniz, akla gelebilecek her bakımdan, Ufuk Sarıca’nın Karşıyaka’sını, Cevher Özer ve Erkan Veyseloğlu gibi silahlarından faydalanamayan, hücumda yaratıcılık fakiri bir takıma dönüşen Zoran Lukic’in Banvit’inden daha üstün görmekteydim. Ligde bu bakış açısını haksız çıkartacak bir maç oynanmadı, fakat ne zaman Karşıyaka Gran Canaria ile eşleşti, işte o vakit pusulamızın ibresi titremeye başladı. Bu esnada Banvit cephesi de, eski koçlarından Selçuk Ernak’ı Lukic’e tercih ederek doğru hamleyi gerçekleştirdiği için şansını azamiye çıkartmayı başardı. Tahminlerimizin yönü ve ihtimaller yavaş yavaş değişim gösterdi…
Derken daha enteresan tablolar seyrettik. Virtus Roma serisinde serbest düşüşe geçen Chuck Davis, bu yeni istikrarını ligde de, Paris-Levallois karşısında da sürdürdü, ve anca Bandırma’daki Khimki maçında kendine gelebildi. Buna ve hatta kanımca isabetsiz bir Jimmy Baron hamlesine rağmen Banvit, zorlaya zorlaya iki seriyi de aştı ve Eurocup’ın yarı finaline adını yazdırmayı becerdi. Virtus Roma serisinde Roma’nın en önemli iki oyuncusunun çeşitli ve sürpriz sebeplerle takımı yalnız bırakması Banvit’in şansını arttırmış olabilir, doğru; fakat Roma’daki kısır rövanş maçının ardından Bandırma ekibinin basireti açıldı desek yeridir. Zira, çeyrek finaldeki Paris ekibinin Sharrod Ford ve Jonas Schilb ile sürdürdüğü baskıcı furyayı sadece şans ile aştıklarını iddia etmek haksızlık olur.
Hatta daha ileri gidelim: Karşıyaka’nın, Canaria karşısında imza attığı nice acemilikler ve hatalar yüzünden, olmaz bir biçimde elenişini göz önüne getirelim. Banvit’in beklentileri, çapını ne denli aştığını daha iyi anlayabiliriz. Beklenti ve çap, evvela bütçelerle, oyun sistemiyle, koçla ve hedeflerle belli olur, sonra da performansla ölçülür, orası malum. Eurocup’ta son dörde kalabilen takımların (Khimki, Gran Canaria, Unics Kazan) bütçeleri Banvit’in bütçesinin çok üzerinde; ve her ne kadar sahaya çıkmadan maçı kimin kazanacağını bilmenin imkânı olmasa da, kağıt üzerindeki böylesi uçurumların sadece performansla, sistemle ve koç farkıyla kolay kolay aşılamayacağını inkâr etmek mantığın değil, romantizmin işidir. Kostas Kaimakoglou, D’or Fischer gibi isimleri barındıran Unics Kazan’ın bu sezona Euroleague’de başladığını ve bütçesini, kadro düzeyini unutmadığımız gibi, Khimki’nin de Rusya Ligi’nde CSKA’nın ardından ikinci sırada yer aldığını ve Eurocup’a fazla gelecek kadar kaliteli ve geniş bir rotasyona sahip olduğunu da hesaba katalım. Rakiplerin avantajı bununla da bitmiyor; Banvit’in Top 16’da bir kez 10 sayı farkla mağlup etmeyi başardığı Gran Canaria bu iki ekip kadar başarılı veya bütçe zengini olmasa bile, bu seviye için o kadar doğru bir kadro kurdu ki, kupanın ilk dört takımı arasında yer almaması çok büyük bir talihsizlik olurdu herhalde. Üstelik de yarı final ilk maçında Kazan’a 13 sayı fark atmışken, ve ellerinde Avrupa efsanesi Reneses gibi bir koç, Walter Tavares gibi bir dev, Albert Oliver gibi kendini bu yaştan sonra aşan bir oyun kurucu, Oriol Pauli ve Levon Kendall gibi fırsatçılar, Brad Newley gibi bir tecrübe ve Kyle Kuric gibi bir süper şutör varken…
Rakiplere övgü düzmek kolay; asıl güzide olan ise, onları maçtan evvel iyi etüt etmek. İlk maçta Banvit, Khimki karşısında, uzun süredir ne ligde ne de Avrupa’da oynamadığı kadar verimli ve hücuma yönelik oynadı. Fakat tehlike çanları peşini hiç bırakmamıştı: Simmons’tan doğan boşluğu Can Mutaf doldursa da, rakibin Paul Davis’i, Sergey Monia’sı, Tyrese Rice’ı, Finlandiya’lı Naumoski diyebileceğimiz Petteri Koponen’i, ve her şeyden önemlisi, yere göğe sığdıramayacağımız kadar çok topladığı hücum ribauntları vardı. Dahası, hep var olacak gibi, engellenemez gibi görünmüyordu bu silahlar. Çünkü Khimki, tıpkı Rus liginde olduğu gibi, burada da, oldukça sakin, sabırlı ve olgun bir oyun oynuyordu ve başında hem oyunculuğu hem de koçluğu ile bir Litvanya efsanesi olan Rimas Kurtinaitis isimli deha bulunmaktaydı. Onlar istisnasız her maçta rahatlıkla 80 sayının üzerine çıkabilirlerdi, peki ya Banvit? Onlar deli divane gibi hücum ribaundu topluyorlardı, peki ya Banvit? Onlar ne savunmada, ne de hücumda acele edip acemilik yapmıyorlardı, peki ya Banvit? Onların oyun kurucusu, geçen senenin Euroleague Final – Four MVP’si Tyrese Rice’tı, hani şu şampiyon olan Maccabi’nin Ricky Hickman ile beraber en önemli yıldızı; peki ya Banvit’in Rowland’ı ne kadar oyun kurucuydu? Khimki’nin kısa forveti, Rusya Mili Takımı ile beraber Eurobasket şampiyonluğu, Olimpiyat ve Dünya Şampiyonluğu bronzları görmüş Sergey Monia idi; peki ya Banvit’in Sammy Mejia’sı ne kadar istikrarlıydı?
Dahası da vardı, ki biz bu dahasını ikinci maçta gördük: ilk maçta, henüz sakatlığını yenememiş olan Marko Popovic, Ruslan Pateev ve ele avuca sığmaz Tyler Honeycutt Khimki’nin kadrosunda mevcut değildi – fakat ikinci maçta formalarına kavuştular. Bu isimlerden Honeycutt maçta 6 sayı 9 ribaunt ve 1 blok üretti, Pateev de 6 sayı ve 3 ribaunt kattı sahaya. Banvit’in pota altında, Eurocup tarihinin en ribauntçu ismi olan Veremeenko vardı belki, fakat Khimki, takım halinde toplam 19 hücum, 21 de savunma ribaundu toplamayı başardı. 19 adet ikinci hücum şansı… Savunma direncinin meyvesini alamadıktan sonra, Banvit’in savunma veriminin düşmesi şaşırtıcı mıdır? Banvit’in karnesinde ise 15 savunma, 14 de hücum ribaundu var, ama rakibinin gölgesinde kalması kaçınılmaz. Tıpkı, Khimki’nin maçı Tyrese Rice’ın 28 sayı 4 asist, Paul Davis’in 16 sayı 6 ribaundu, Sergey Monia’nın 14 sayı 5 asisti ile koparıp alması gibi. Pota altına akıllı penetreler etmekle kalmayıp, üzerine gelen Banvit uzunlarını asistleri ile şaşkına çeviren Khimki kısalarına değinmemize gerek bile kalmıyor…
Olaya bir de Banvit açısından bakalım. Maçın neticesi 93-89 olabilir, fakat bu skor sahadaki mücadeleyi yansıtıyor mu? Ne yazık ki, hayır. Rakibin kolayca, göstere göstere bulduğu sayılara karşılık, Banvit’in pek çok sayısı el üstü zorlama atışlardan geldi. Rakip farkı açtı, Banvit bir ivme yakalayabildiği vakitlerde geriden geldi. Şafak (3s 2r), Can Mutaf (7s 2a), Mejia (25s 5r 3a 2b) ve ilk maçla beraber nihayet çizgisini yeniden yakalayan Chuck Davis (14s 5r 5a) oyuna emek koydu, ki onlar da olmasa ne Veremeenko 15 sayı atabilirdi, ne de takım o bahsettiğimiz ivmeleri yakalayabilirdi. Son periyotta Khimki farkı o kadar netleştirdi ki, takımın maça geri dönüş ümidi bile kalmadı aslında. Gelgelelim son dakika içerisinde Banvit rakibin rehavetinden faydalanıp iyi de serbest atış sokunca maç 4 sayı farkla bitti.
Peki ya yanlışlar neredeydi? Sadece bireysel oyunu ve birebir hücumu üzerinden asist çıkarma âdetine sahip olan EJ Rowland (1/5 iki sayı ve 2/4 üç sayı yüzdesiyle 11s 4a 3 top kaybı; 3 blok yediğini de unutmayalım) bu takımın “oyun kurucusu”, daha da açık bir tabirle “playmaker”ı olacak kişi değil ne yazı ki. Takıma geldiği günden beridir bu huyu sabit. Öyle ki, Mejia ve Davis bile oyun kurmada Rowland’dan daha etkili. Ki zaten Rowland, Bulgaristan milli takımında oynarken bile hep skorer guard olarak iş görüyordu. Bir diğer yanlış, uzun rotasyonunun kısırlığıydı; çünkü Veremeenko ve Dragicevic (bu maçta 6s 5r) hem çok kolay faul problemine giriyorlar, hem de istikrarlı hücumcu değiller; ayrıca Chuck Davis’in 4 numarada (genç Talat Altunbey’in hiç oynatılmadığını göz önüne alarak) hiç bir hakiki yedeği veya alternatifi yok. Hal böyle olunca, sadece 3 kişilik ve şahsi fikrimce birbirinin yerini tutabilen, birbirini verimli bir şekilde yedekleyebilen ve birbirini ideal biçimde tamamlamayı başarabilen isimlerden oluşmayan bu uzun rotasyonu bu seviyeye az geliyor. Nokta üçlükçü vazifesini başarıyla sürdüren Simmons unutulunca takımın skor potansiyeli düşüyor. Şafak beklenen seviyede şut atamıyor. İkili oyunlar (Rowland sağ olsun) kısır kalıyor, savunma yönünde ikili oyunlara verilen cevap daha da içler acısı. Savunma ribauntlarındaki bunca yer tutma hatası ve konsantrasyon eksikliği göze çarparken, teknik ekibin rakibi iyi etüt ettiğini ileri sürmek de zor. Rowland, Davis ve Mejia; hepsi de sanki en az 2 senedir bu takımda birlikte oynamıyormuş gibi basit hatalar, acemilikler yapıyorlar en kritik yerlerde.
En önemlisini sona saklayalım: bu seviyede bu tansiyonda mücadele eden oyuncuların her top için yırtınmasını bekleriz ya hani, yüzlerinde gergin ve kararlı, hırslı bir ifade olmasını isteriz; işte bu maça kadar genellikle Banvit’te o ruh hakimdi, ki Banvit zaten o ruhun ekmeğiyle buralara kadar yükseldi; ve işte ben şahsen Banvit’te hemen hiçbir oyuncuda o kazanmayı arzulayan ruhu göremedim bu maçta ne yazık ki…
Yanlışları sıralamak çok kolaydır. Doğruları eksik bırakmayalım: Bandırma Banvit, kendisinden, çapından beklenenin fersahlarca ötesini gerçekleştirdi. 2000’lerin başında Banvit’in desteğiyle TBL’ye yükselen bu ekip, 2005’te Eurochallenge yarı finali gören bu takım, Tab Baldwin, Orhun Ene ve Itoudis ile başlayan bir misyonu giderek ileri taşıyor. Hem ligde hem Avrupa’da rakiplerine kök söktürüyorlar. Muazzam ve ateşli bir seyirci kitlesine sahipler; taraftarlar, bu sene Süper Lig’e yükselen Balıkesirspor dışında o yörede sahiplenebilecekleri tek spor kulübüne, basketbollarına sarılıyorlar dört elle. Zor da olsa, çok güzel şeylere imza atılıyor. Temennimiz, bu başarının cezasını çekmemeleri, yerli oyuncuların kıymetini daha çok bilmeleri ve hep böyle güzel kalabilmeleridir…
Not: Eurocup finali, Unics Kazan’a rövanşta şans tanımayan Gran Canaria ile Khimki Moscow arasında oynanacak.
EFE ÖZENÇ
efe.ozenc@abcspor.com
@efe_ozenc