Bir dünya derbisi ile bu sezon ilk defa Arena’dayız. Prandelli ile ilk defa karşılaşacağız. Tribünlere bakıyorum, kapalı ve numaralının yarısı boş. Dördüncü yıldızı kovalayan (!) bir takımın seyircisi dünya derbisine gelmemiş. Gerçi gelmek istese TEM’deki trafikle ancak Dortmund maçına yetişirler. Bir stad düşünün şehrin ortasında ama gitmek ve dönmek en az Olimpiyat Stadı kadar efor gerektiriyor. Ama bir farkları var. Birinde rüzgar yönünü, diğerinde güneş yönünü ters belirliyor.
Gitmesek de kalmasak da o stad bizim stadımızdır diyerek düştük bir kere yola. Taksici Ayazağa istikametinde iken trafik nedeni ile inmeye karar veriyorum. Etraftaki inşaat çalışmaları arasından tepeye tırmanıp maç öncesi nefes açıyorum. Takım bütün bir hafta o kadar nefes egzersizi yapmamıştır.
Köftecileri geçtikten sonra kapıya geliyorum ama o ne ? Stada bu sezon ilk defa geldiğim için kapımı ve numaramı hatırlamıyorum. Görevliye soruyorum “SMS at koltuk cebine gelsin” diyor. Atıyorum, ama o ne ? Arena yerine Passolig kartıma tanımlı diğer kombinemin stadının koltuk numaraları geliyor. Ama ben o maça gitmiyorum ki. Dolayısı ile stadda yerime oturamıyorum. Geçen seneki yerimdir deyip arkadaşlarla buluşuyoruz ve eski yerimize oturuyoruz. Zaten stadın yarısı kendi yerinde oturmuyor. Passolig kağıt üzerinde farklı, sahada farklı. Bu açıdan aynen Avrupa’daki takımlarımız gibi. Kağıt üzerinde İngiltere Portekiz’i yener, Belçika Hollanda’ya beş dakika iken, Kazakistan İzlanda’yı tanırken, Japonya sushiden vazgeçip Alman’lar galip sayılırsa, bizim de son maçta üç atarsak gideceğimiz Avrupa veya Dünya Şampiyonası gibi.
Dünya derbisi demişken, derbiyi Avrupa’da yine bizimkiler seyrediyor. Burnumuzun dibindeki Ortadoğu’da futbol sevdalısı Arabistan, Dubai vatandaşı Premier League’i, İspanya Ligi’ni ezbere bilirken, bizim dünya derbisinden haberleri yok. Bu onların ayıbı tabii, bilmemek değil öğrenmemek ayıptır.
Maç esnasında Galatasaray taraftarlarını en çok heyecanlandıran Bruno Alves atılana kadar Harry Kewell için tribünlerin şarkılarla anıları yad etmesi ve Ulubatlı Souness koreografisi ile Mehter Marşı idi. Maç bitti derken, Bruno’nun uçan tekmesi ile tribünler kendine geldi. Geldikten sonra ne değişti derseniz, değişen hiçbir şey yoktu futbol adına. Dzemaili ve Veysel kesinlikle bu takımın oyuncusu değil. İkinci yarıda cesaretini toplayıp kanatta koşmaya başlayana kadar Tarık da benzer bir görüntü çizdi. Veysel’i 90 dakika sahada görünce, Sabri Reis’e yapılan haksızlık diyor insan. Prandelli de Galatasaray gibi bir takıma uygun değil. Ne bir oyun taktiği, ne bir doğru oyuncu değişikliği. Takım dikine değil enine oynayabiliyor sadece. Ne zaman ki Sneijder kale denemelerinde köşeleri tutturdu, Prandelli’yi ipten aldı. Sneijder adeta büyük futbolcu Alex de Souza gibi. İki topla maçın kaderini değiştiriyor. Buradan büyük kaptan Alex’e sevgiler.
Fenerbahçe için maçı yorumlarsak ; Galatasaray’la yaptıkları son kupa maçı gibi, açık ara daha iyi top oynuyorlar. Kuyt’tan herkesin öğreneceği çok şey var. Bütün hava toplarını aldı, bir sağda bir solda, arada profesyonelce faulleri var ama futbolu bilen birisi olarak mazur görülür. Kaleye geçseydi golleri de kurtarırdı, o derece yani. Emre çıktıktan sonra orta saha biraz zayıfladı. Bruno mahalle kavgasında atılmayacak bir tekme ile kendini attırdıktan sonra da 10 kişi kalmak zorlamaya başlasa da Fenerbahçe iyi oyununa devam etti. Fakat yıldızlar genelde böyle günler için var. Alex gibi Sneijder da hiç oynamayan bir takıma hayat verdi. Bir çok derbide Galatasaray oynar Fenerbahçe (Alex ile) kazanırdı. Bu sefer artık şans dönmüş gibi.
Maçı belki Galasataray kazandı ama topu 10 kişi kalana kadar Fenerbahçe oynadı. 65.nci dakikaya kadar Galatasaray’ın düzgün şutu yoktu. Maçın skoru aldatmasın derken son golü de saymamak lazım. Fauller, avantajla devam gibi takdir haklarını Fenerbahçe’den yana kullanan hakemler taçtan gelen topu gol saymak istediler. Ya 4. Yıldız için averajlar söz konusu olur ve 2.nci maçı 1-0 Fenerbahçe alırsa, FIFA kokartlı niye çok fazla hakemimiz yok diye bu maçı hatırlamak lazım. Gerçi futbolumuz da yok uzun zamandır ülke dışında.
Dünya derbisinde bu sefer gülen Alex de Sneijder oldu. Dortmund maçında, Şampiyonlar Ligi’ne bir mesaj verir mi bu maç derseniz, bu sezonun Prandelli ile zor geçeceğini daha önce belirtmiştik. Bu maçta yine şaşırtmadı.
Maç sonrası yine TEM’deki insan seli ve arabalar ile her an Heisel faciasına ramak kalan staddan metroya geçiş kapıları arasındaki kararsızlık arasında, daha hızlı ilerleme imkanı nedeni ile TEM’de yürümeyi seçiyoruz. İki İngiliz turist TEM’de taksi beklerken, TEM’de bulmalarının zor olacağını, yeni yapılan hastanenin oradan korkuluklardan atlayarak, merdivenlerden çıkmaları ve köftecileri bir vücut çalımı ile geçmeleri gerektiğini ve köprü üzerinden Seyrantepe’ye doğru gitmeleri halinde o civarlarda bir araç bulabileceklerini söyleyip, ben de aynısını yapıyorum. Tam köprüye doğru merdivenleri çıkarken, binlerce kişinin aynı anda çıktığı 4 kişi yan yana ancak yürünen merdiven başındaki ortada dikili olan elektrik direğini, stadlarımızdaki rüzgar ve güneş yönü ile kıyaslayacakken, merdivenlerin tam çıkışındaki köftecilerin her maç binlerce taraftara köfte satmak için kestiği yol ve koca Avrupa’yı dört şerit gelip tek şerit Beşiktaş / Maslağa bağlayan TEM çıkışı aklıma geliyor, “bu da bir şey mi” takıldığın şeye bak deyip gülüp geçiyorum.
CÜNEYT DİRİCAN