Tedesco Ağam bizimle değildin! Olmadı
Stada yürürken insan kendine yalan söylemeye çok müsait oluyor. Bir yanım “Bu sefer tamam, lideriz akşama,” derken diğer yanım, on bir yıldır aynı repliği ezberlemiş bir tiyatro oyuncusu gibi içimden mırıldanıyordu:
“Ulan yine bir şey olacak…”
Stat çevresinde dönen o sonsuz turu bilirsin: Büfenin önünde sigarasını söndürürken maçın taktiğini çözen amca, YouTube yorumlarını ezberlemiş gibi konuşan liseli çocuk, her seferinde yanlışlıkla başka kapıya giden çift… Hepimiz oradaydık. Hepimiz kazanmaya inanmıştık.
Daha kötüsü, inanmak zorunda olduğumuza inanmıştık.
Sonra düdük çaldı.
Ve o an anladım:
Biz bu maça değil, kendi hayallerimize hazırlanmışız.
Tedesco ise bambaşka bir şeye…
Maç Değil, Bir Hastane Süreci: “En az hasarla atlatalım”
Derbiler artık futbol maçı gibi değil.
Daha çok, kalp ameliyatına giren bir yakınının kapısında bekleyen akrabalar gibiyiz:
- “İnşallah bir şey çıkmaz,”
- “Yeter ki kötü haber gelmesin,”
- “Aman kaybetmeyelim…”
Fenerbahçe–Galatasaray derbisi, oynanan bir maçtan çok, atlatılması gereken bir doğal afet gibi yaşanıyor.
Kötü haber şu ki, Tedesco da aynı psikolojiyle çıkmış sahaya.
Hoca her hareketiyle şunu diyordu: “60’a kadar bir şey olmasın, sonra bakarız.”
Yani hocamız bile “Bu maça futbol için değil, hasar kontrolü için geldim,” demiş.
Bizim tribün ise, “Bugün şov yapacağız!” hayaliyle ısınmaya gelmiş.
Kısacası: Biz Broadway müzikaline hazırlanmışız, hoca tiyatro salonunun yangın çıkışını hesaplamış.
Kâğıt üstünde Premier League, Saha İçinde ‘Monza-Frosinone’
Sahadaki kadronun topa dokunuşları izleyince şunu fark ediyorsun: Kadro Premier League, oyun Ekim ayı Türkiye Kupası 3. tur maçı kıvamında.
Top bizde ama amaçsız.
Şut var ama isabet yok.
Asensio var ama rol yok.
En-Nesyri var ama orta yok.
Aslında bir şey var: korku.
Sanki birisi takıma “Beyler top kaybederseniz üç gün tesislerde yemek çıkmayacak” demiş gibi.
17 şut çekip 2’sinde isabet bulmak…
Bu istatistik değil, sanatsal bir protestodur.
Galatasaray’ın golü öyle bir şeydi ki, buralarda indirmeyelim Sane’yi dokunmayalım ama “Kime çarpayım da çıksın?” diye kendi aralarında halay çekmesi. Çarptı da, gol oldu.
Zaten maçtaki tek net pozisyon da buydu.
Onun dışında ikisi de “top bende kalsın da sorumluluk bende görünmesin” diye futbol oynadı.
Topçularımız birbirleri ile çarpıştı, bu gözler bunu kaç defa gördü.
Bir stat dolusu insan ise bunu “taktik savaş” diye izledi.
Yazık bize.
Durán’ın 90+5’teki Golü: Romantizm mi, Ağrı Kesici mi?
Gol güzeldi, kabul.
Stat koptu, doğru – başkan hepimizden fazla. Bu kadar kopmak Fenerbahçe başkanına yakışmaz.
Ama o gol, “Bu takım iyi oynadı da hakkını aldı,” türünden bir şey değil.
Tam aksine: Kötü oyunun üstüne çekilmiş ince bir nevresim.
Son dakika golü, taraftara kısa bir mutluluk, uzatmalarda çekilmiş bir ağrı kesici. Uykuyu getirir, ama acıyı tedavi etmez.
Bizim sorunumuz skor değil. Oyun. Ve bu oyunla derbiyi değil, Başakşehir deplasmanını bile garanti alamayız.
Evet hakem berbattı.
Evet Galatasaraylı oyuncular yerden kalkmak için fizyoterapist araması gerekiyordu.
Fauller kevgir gibi çalındı.
Ama bunların hiçbiri şu basit gerçeği değiştirmiyor:
Biz iyi oynamadık. Biz kazanacak oyunu oynamadık. Biz korktuk.
Bunu kabullenmeden hiçbir şey değişmez.
Kaybedersek de kendi oyunumuzla kaybedelim.
Başkasının planının figüranı olarak değil. Biz Fenerbahçeliyiz.
Yalanımız bol, umudumuz sınırsız, acımız kronik.
Ama bir şeyi iyi biliriz:
Cesur oynayan takımı affederiz.
Korkan takımı affetmeyiz.
Sen yeter ki korkma hocam.
Biz zaten her sene yeniden inanacak kadar deliyiz. 💛💙
Ve belki de tam bu yüzden, bu yazıyı yazan bir Fenerbahçeli olarak hocama son cümlem şu:
“Yanlış taktikle iyi oynamıyoruz hocam; büyüklüğüne güven ve kuvvetli oyundan vazgeçme. Bu ligin iki önemli sert maçı var, gerisini bu kadroyu rahat bıraksan zaten çözer. Bizim sana ihtiyacımız buralarda. Yoksa sıradan avrupa takımının devirdiği takımlarız. Bunu biliyoruz. Seneye çözersin bu sorunu, bu sene bize bu takımın bu oyununu bir daha izletme yeter.
mail: yakup.borekcioglu@abcspor.com
twitter: @Yborekcioglu
