YEL DEĞİRMENİ
11 Eylül sabahı New York’taki kulelere saldırı yapıldıktan belirli bir zaman geçtikten sonra
komplo teorisyenleri bu krizin zaten bas bas bağırarak gelen bir durum olduğunu ve göz
yumulduğunu, üstüne basarak, iddia ediyorlardı.
Demir Perde’nin kendini lağvetmesi üzerine eksen kayması yaşayan dünyadaki güç dengesi içinde pozisyonunu kaybetmeye başlayan ABD’nin, gelecekte hayata geçirmeyi hedeflediği politikaları meşrulaştırmak için bu düşmanı meydana getirip olayın vuku bulmasını beklemeye başladığını dile getiriyorlardı.
Kendi düşmanını meydana getirip ona karşı savaşmak diye de adlandırabileceğimiz bu
durum o günden sonra daha sık dünya gündemine gelmeye başladı. Bu yöntemin sadece
siyasetin değil, “business management” anlatısının da bir konusu olduğunu bilirsek
karşılaştığımız olayları daha sağlıklı yorumlayabileceğimizi düşünüyorum.
Bu tip vakaların büyük bir çoğunluğunda, kendisine saldırı olan kurumlar için bu durum
aslında sürpriz değildir. Ya saldırının geldiğini görüyorlardır ya da bu olasılığı tahmin
ediyorlardır ama engellememe kararı almışlardır.
Bunun sebebi, ya yukarıdaki örnekte olduğu gibi olası politikalarını meşrulaştırmak ve safları konsolide etmek ya da kurumsal olarak kendi sav ve tezlerini test etmektir diyebiliriz.
İlk seçeneği tercih edenlerin en büyük motivasyonu kibir, aşırı özgüven ve korkudur. Tüm
paydaşlara yukarıdan bakma gafletinde bulunan kişiler ya da kurumlar kendilerini
olduklarının daha üzerinde gördükleri için sanal düşmanların varlığı onlar için önemlidir.
Büyüdükçe ve güçlendikçe tevazunun artması gerekirken kibir ve içi boş özgüven beyinlere
egemen olur.
Güç zehirlenmesinin bir sonucu olarak o gücün ebediyen ellerinde kalacağını düşünen
taraflar bu gücün ellerinden, ancak olağan dışı koşullar oluşursa, gideceği konusunda
kendilerini ikna etmişlerdir çünkü onlara göre kendileri istemedikçe o güç ellerinden asla
gidemez. Ve bu aşamada son adım devreye girer o da “korku”dur.
Senelerdir yazıp çizdiğim gibi insanoğlunun en zorlu sınavı maddi ve manevi tüm
kazanımlarını elde etmesi değil onu kaybetme korkusu ile başa çıkabilme yetisidir. Şartlar
yerine gelirse bir kazanıma ulaşabilirsiniz ama onu senelerce koruyabilmek psikolojik bir
savaştır ve herkes bununla baş edemez; yenilgiyi de kabullenemez.
Bu minvalde, kanaatimce, bizim futbol dünyasında senelerdir yaşadığımız kaosun sebebini
bu nedenler üzerine oturtabiliriz. Hangi kulüp, hoca, sporcu, medya mensubu, taraftar olursa olsun işin temelinde, bu sıkıntılar yatar. Geçmişinin parıltısına kapılan kişi ya da kurumlar zamana ayak uyduramayınca kendine hayali bir düşman yaratıp kendi de ona inanmaya başlar.
Don Kişot’un yel değirmenleri gibi hayale kılıç sallar, durur. İşin daha da kötüsü onu
destekleyen insanların da zamanla buna inanması ve tüm kritik kararlarını bu hayali savaş
üzerinden almasıdır. Goebbels’in taktiklerine rahmet okutacak seviyede bir propaganda çarkı dönmeye başlar. Mütemadiyen söylenen yalana herkes inanmaya başlar ve zamanla bu gerçek kabul edilir; rakipler sürekli suçlanır, yancı medya desteği alınır ve herkes gemisini yürütmeye başlar.
Örgüt, yapı, başarımızı çekemeyenler, dış güçler gibi sanal yel değirmenleri ilk tip düşmana
örnektir. Bu hayali düşmanların karşısına koyduğunuz öznenin bir önemi yok çünkü A
kulübünü çıkar B’yi koy, X partisini çıkar Y’yi koy, Ali Hoca yerine Veli Hoca’yı koy hiçbir şey
değişmez çünkü bu ülkede hiç kimse kendi yüzünden işleri batırmış olamaz.
Bu şekilde kitleleri arkasında konsolide ederler ve icraatları ile gelmeyen başarıyı başka yollarla ele geçirmeye çalışırlar. Kim bunlar dersin, bir konuşursam yer yerinden oynar, derler!
Yukarıda bahsettiğim ikinci tip hayali düşman ise tarafların kendi tezlerini test etmek ve
gelecek planı yapmak için ürettikleridir. Bunu genelde oyuncuları ve taraftarları motive etmek için kullanırlar ve buna uygun düşmanlar yaratırlar. Buradaki düşmanlar diğerinin aksine gerçekte vardır ama düşman olduklarından haberleri yoktur.
Hakemler, içimizdeki İrlandalılar, tribünler, federasyon gibi daha somut düşmanlardır ama yine de hayalidir. Bu tip yaklaşımda sahaya sadece rakibi yenmek için çıkılmaz zira ana amaç tüm bu düşmanlara gününü göstermek ve hem içeriye hem dışarıya, bak ben doğru yapıyorum ve böyle de yapmaya devam edeceğim, mesajı vermektir.
Aslına bakarsanız günün sonunda ikisi de bence, aynı kapıya çıkan durumlardır. Aynaya
bakmaktan aciz insanlar oturup senaryo yazarlar. Vücutlarında gezen o toksik kibir ve
sebepsiz özgüven ile kaybedeceklerinin büyüklüğünden korkarak kendilerine ve
çevresindekilere hayali bir dünya kurarak orada yaşamayı tercih ederler.
Bu esnada elalem Mars’a gidiyordur ama onlar Marsilya valisi olmayı tercih ederler.
Sanırım gerçekleri görüp onlarla yüzleşebilmek sadece cesurların düsturudur. Yalanlar ise
korkakların sığındığı limandır.
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu günler dilerim.
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78