“‘Keşke’ ile ‘belki’ evlenmiş, ‘eğer’ diye bir çocukları olmuş…”
3. KISIM
Geçen bölümün sonunda, FIBA’daki kural değişikliğinden ve Amerika’nın bu doping ve kulis faaliyetlerini körüklediğinden dem vurmuştuk, velakin burada, NBA ile Amerika’nın basketbol patronlarının farklı kutuplar olduğuna değinmekte de fayda var. Amerika’nın ülke seviyesindeki basketbolu, eski adıyla ABAUSA (’89 FIBA değişikliği sonrası amatörlüğü belirtmeye gerek kalmadı), yeni adıyla ise USA Basketball adında, kâr amacı gütmeyen bağımsız bir idari otorite tarafından idare edilmektedir1. USA Basketball, başlıca, ABD’nin erkek ve kadın milli takım kadrolarını belirler ve ayrıca NCAA’leri ve diğer yerel basketbol liglerini düzenleyip yönetir. NBA’e ise 1989 yılından beridir ve yalnızca milli takımlar konusunda karışabilmektedir. İşte ABD’nin imajı için gerekli uluslararası hamleleri yapma kararı, bu ABAUSA’den çıkmıştı. Fakat ABAUSA bile 7 Nisan 1989’da Batı Almanya’da toplanan FIBA kongresinde bu devrimsel adım atılırken (yani profesyonel oyunculara verilecek müsaade kararı alınırken) NCAA’lerin öneminin azalacağı düşüncesiyle kararsızlıklar yaşamıştı2. Gelgelelim, o gün karşı oy kullansalar bile, netice (13’e karşı 56 oyla kabul) tam da onların arzu ettiği gibiydi, zira artık ABD için yeni ve tartışmasız altın madalya kapıları açılmıştı2. Hem de ABD’nin bizzat kullandığı karşı oya rağmen! Şövalyelik ve alçakgönüllülük had safhadaydı…
ABAUSA o sene USA Basketball haline geledursun; organizasyonda bulunan 30 takımın (o vakitler 25 idi) oy birliğiyle atadığı bir özel yönetim (Commissioner – Komiser/Komisyoner) tarafından idare edilen ve ABAUSA’den bağımsız olan NBA ise, öteden beridir ne mevcut ABD’li oyuncularının, ne de draft ettiği yabancı oyuncuların milli müsabakalara katılmasını istemiyor, tam aksine, herkesin kendi idman ve maç takvimine adapte olmasını arzu ediyordu3. Sakatlıklara davetiye çıkartacak yoğun takvimli milli müsabakaların, zaten NBA’de yıl boyu canı çıkmış oyunculara iyi gelmeyeceğini düşünüyordu3. Zaten bu yüzden, kural değişikliğine ve 1989 yılında NBA’in USA Basketball’a üye olmasına rağmen4, 1990 Dünya Şampiyonası’nda hiçbir ABD’li NBA oyuncusu oynamadı.
1989 yılında alınan kararın kökeninde ilginç ve gözden kaçan bir yön daha vardır3. 26 yıl boyunca (1976-2002) FIBA Genel Sekreterliği görevini yapan eski Sırp milli basketbolcu Boris Stankovic, esasen tüm dünyada profesyonel durumda olan oyuncuların Olimpiyatlar’da ve milli müsabakalarda yer alabilmesine karşın, yalnızca NBA’deki profesyonel oyunculara yasak uygulanmasına öteden beri karşıdır ve durumu hakkaniyete aykırı olarak nitelendirmektedir3. Çünkü “en iyilerin, yine en iyilerle mücadele etmesi gerektiğini” düşünmektedir5. Hatta bu sebepten ötürü, senelerden beridir, Avrupalı oyuncuların NBA’e gitmesini de salık vermektedir5. Üstelik, NBA’e uygulanan yasağın kalkmasına dair ilk girişimini, 1986 yılında toplanan FIBA meclisinde ortaya koymuştur3. Fakat 18-19 üye ülkenin katılmadığı ve oy kullanmadığı bu seçimlerde3,5, sonuç, 27’ye karşı 31 oyla yasağın devamına yönelik olmuştur3,5. Bu sebepten ötürü ’88 Seul Olimpiyatları’nda yine NCAA oyuncuları ABD formasını terletmiş olabilir; fakat rivayet odur ki, ABAUSA, NBA’i de oy birliğiyle Dream Team’e razı etmek için bu yasağın ’88 Olimpiyatları’nda kasten devamını istemiştir3 ve bu yüzden ’86’daki oylamada ABAUSA ret oyu vermiştir5. Zaten Amerikalılar da, kural değişikliği talebinin kendilerinden gelmediğini, Stankovic’in ABD’ye de iyiliği dokunacak bu hamleleri yapmaktaki hevesliliği sayesinde iddia edebilmektedirler5. Değişiklik yapmaya en istekli olan kimdi bilinmez, fakat işin devamında, yani ’89 yılında, çatlak seslerin hem NBA’de hem de Avrupa’da azalmasıyla, hem Stankovic hem de ABAUSA, bir bakıma emellerine ulaşmış oldular…
Tevatürün yanında, bu kararın alınışındaki gerçeğe de değinmek gerekir3. Esasen, ’88 yılına gelindiğinde, artık başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın büyük basketbol ekollerinin tamama yakını, NCAA gençlerini yenmenin bir heyecanı kalmadığında hemfikirdi. Nitekim, daha önce de değindiğimiz gibi, Brezilya, Sovyetler ve Yugoslavya, daha o tarihte bile NCAA’lilerden kurulu bir ABD’yi yenmeyi başarmışlardı. Onlar da artık en iyiyi, yani NBA’de herkesi büyüleyen titanları istiyorlardı karşılarında. Yenilebilirlerdi, fakat böylelikle en iyiye yenilmiş olurlardı, ki bu onları, bir sonraki karşılaşmada yine en iyi olanı yenmek için ateşlerdi, geliştirirdi3. Gerçekten de, bilhassa 2002, 2004 ve 2006’daki müsabakalarda dünya, NBA neferleriyle bezenmiş bir ABD’yi yakalamayı başardı. Hele bir de Avrupa milletleri NBA’e avuç avuç oyuncu ihraç etmeye başladıkça, ABD ile dünya arasındaki seviye bir nebze olsun yaklaştı ve heyecan da, rekabet de arttı. Demek ki, FIBA’nın ve IOC’nin tüm çıkarları “duygusal” değilmiş. Tabi işin bu yönü, ABD’nin tüm dünyayı yasağın kalkışına ikna etme yönündeki kulis faaliyetlerinin bir aldatmacası da olabilir, fakat neticede basketbolun çıkarları, işin en çok bu razı edici yönü sayesinde ortak bir paydada, yani yasağın kalkmasında buluştu. Ve elbette, Stankovic’in bu asıl arzusu gerçekleşince, meselenin “duygusal” yönü de tavan yaptı haliyle. Demek ki, birisi işin sebebi, gerekçesi; diğeri ise, işin yenilir yutulur makul bahanesiymiş..
NBA ise, milli takımın üzerine düşen gölgelere ve ’89 senesinde USA Basketball’a üye olmasına karşın, daha önce belirttiğimiz sakatlık ve yorgunluk sebeplerinden ötürü, ‘91 yılına dek ABAUSA/USA Basketball ile Dream Team hususunda yüzde yüz bir uzlaşma içerisinde değildi3. Lakin, bu bakış açısı ve bu FIBA kuralları aynı zamanda NBA’in globalliğini de sınırlıyordu; zira ’89 yılına kadar, eski FIBA’nın amatörlük prensibi uyarınca, NBA’de oynamayı seçen herhangi bir oyuncu, “profesyonel” haline geliyor ve uluslararası düzeyde ülkesi adına mücadele etme, yani milli formayı giyme hakkından da otomatik olarak feragat etmiş oluyordu6,7,8 (Ayrıca, yukarıda bahsettiğimiz üzere, 1989 değişikliğine dek, oyuncunun kazanç durumu ne olursa olsun, sadece ve sadece NBA “profesyonel” olarak addediliyor, diğer tüm basketbol ligleri ise “amatör” olarak kabul görüyordu3,5,9). Dolayısıyla, Brezilya efsanesi Oscar Schimdt, Yunan devi Panagiotis Fassoulas, Dominik’li Jose Vargas, Alman pivot Hansi Gnad ve İtalya ile Eurobasket ’85’te bronz madalya alan Augusto Binelli gibi, veya Sovyetler’in başka ülkede oynamasına müsaade vermediği Arvydas Sabonis misali, o vakitler draft edilmiş uluslararası oyuncular, milli takımda oynayabilmek adına ve sadece bu teknik formalite yüzünden, NBA’den bir süreliğine vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Aynı sebepten dolayı, Amerika’nın en iyi oyuncuları da milli formadan ve uluslararası basketbol zirvelerinden uzak kalıyorlardı. Fakat ’90 yılındaki o hezimetin ardından, ’92 yılına gelindiğinde, artık zafer, işte bu engelleri aşmak için, FIBA ve FIBA’ya telkin veren ABD’li basketbol patronlarının olacaktı2,10…
Sovyetler ise, öteden beri bu yasağın hepten kalkışına karşı olmuşlardı3,5. ‘86’da ve 89’da ret oyu vermeleri bir yana, en iyiyle, yani NBA’deki 300 oyuncuyla5 rekabet ederek gelişmeyi o kadar da umursamadıklarını, her bir milli takım kadrosunda sadece 2 profesyonel oyuncuya müsaade verilmesini komiteye önererek göstermişlerdi5. Sovyetler’in ret oyu kullanmalarındaki maksat elbette ki siyasiydi; fakat görünen o ki, ABD’nin hem ‘86’da hem de ‘89’da ret oyu kullanmasındaki sebeplerin arkasında da bambaşka bir siyaset vardı5. Onlar içten içe tüm dünyanın “ABD’nin baskısı ve zorlaması olmadan”, yani suyu ABD bulandırmadan, kendilerini baskı altında hissetmeksizin yasağı kaldırmalarını ve neticede ABD’nin ekmeğine yağ sürmelerini arzulamışlardı; fakat bu arzularını bilhassa basından ve diğer ülkelerden olabildiğince gizli tutarak, kimseyi ürkütmemiş, herkesin bu yasağın kalkmasına razı, hatta gönüllü olmasını sağlamışlardı5. ABD için geriye bir tek, “Eh, madem siz öyle istiyorsunuz, o zaman ben de en iyilerimi getiririm” demek kalmıştı böylece. Kural değişikliğinin ardından ’92’de Dream Team’i, hem de Olimpiyatlar başlamadan evvel, bu kadar yaldızlı hale getiren medya gücünü gördüğümüzde, sinsi bir planın, dev bir kulis faaliyetinin başarıya ulaştığını söyleyebiliriz sanırım, öyle değil mi?…
(Devam edecek)
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc