Rugby tarihi o kadar çok sansasyonel maça şahitlik etmiştir ki, yine de yaşı 40 üstü kime sorsanız, tek bir tarih ve tek bir maçta birleşeceklerdir; 24 Haziran 1995, Güney Afrika-Yeni Zelanda.
Ben tarihi yazılarda, bilen bilir, her zaman x bir sene-i devriyesine (10-25-50) denk getirmeye çalışırım. Bu yazı da, meşhur gecenin çeyrek asır sonrası, 24 Haziran 2020’ye nasip oldu.
“Futbol erkeklerin oynadığı bir centilmen oyunudur, Rugby ise centilmenlerin oynadığı bir erkek oyunu” sözü eşliğinde, Clint Eastwood’un çektiği, Morgan Freeman (Mandela) ve Matt Damon’ın (efsane kaptan Francois Pienaar) başrollerini paylaştığı, Mandela-Rugby ilişkisini anlatan Invinctus filmini muhakkak ama muhakkak !! seyredin diyerek girelim konuya…
All Blacks ile ev sahibi Springboks’u karşı karşıya getiren, bir spor karşılaşmasından çok daha ötesi olan bu ikonik Dünya Kupası finalinin normal süresi 12-12 sona ermiş, uzatmalarda 15-12 kazanan, ev sahibi Güney Afrika olmuştu.
Johannesburg, Ellis Park’da 59.870 seyirci önünde ve TV başındaki milyonlar tarafından yaşanan tarihi geceyi daha da tarihi hale getiren, neredeyse tamamı beyazlardan oluşan bir stadyumda, çevresinin “maça gitme, madem gideceksin, en azından sahaya inme” telkinlerine rağmen, ünlü lider Nelson Mandela’nın sahaya girip, sporcuların ellerini sıkması ve tribünlerden tek bir koro halinde yükselen “Nelson, Nelson” tezahüratları!..
11 Şubat 1990’da 27 senelik hapis hayatından sonra özgürlüğüne kavuşan Nelson Mandela, 1994 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin, “siyahlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasından sonra” devlet başkanı olan ilk siyah cumhurbaşkanı idi.
O final, beyaz ve siyah diye pasta misali ikiye bölünen, parçalanan bir ulusun “ilk kez” bir araya gelme anıydı. Mandela kupayı, bir kişi harici tamamı (Chester Williams) beyaz olan takımın kaptanı Pienaar’a uzattığında, zaman adeta donmuştu ülkede.
Apartheid bitmemiş ama dünyanın en büyük insanlık ayıplarından birisinin (bence ilki) temizlenmeye başlandığı ilk gündü o tarihi gece. Tabii ki önyargılar tek bir maçla, bir anda kırılamıyor, ama yazımızı büyük ustanın meşhur sözüyle bitirelim “Beyinlere değil, Kalplere Hitap etmek”.
Bazıları için, Jesse Owens’ın Berlin’de Hitler’in gözleri önünde 4 altın madalyası, ya da 1986 Dünya Kupası, Maradona’nın “O Tanrının Eliydi” dediği, meşhur İngiltere maçındaki golü veya 1992 Olimpiyatları, ilk ve gerçek dream team Amerikan Basketbol Takımının şovu, Phelps’in havuzda uçarcasına 2008 Pekin Olimpiyatlarında kazandığı 8 altın madalya, tarihin en tepe spor anları olarak gösterilse de, benim için 24 Haziran 1995’tir.
Sporun çok daha ötesinde bir tarih yazılıp, yazdırıldığı, ve bunun daha ötesi ileride de yazılıp, yazdırılamayacağı için…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: burak.belgen@abcspor.com
twitter: @BurakBelgen