Yıl 1936. Avrupa’da yaklaşan savaşın ayak sesleri iyice duyulmaya başlamış. Nazilerin iktidarda olduğu Almanya Berlin’deki olimpiyatlar Hitler’in bir gövde gösterisine dönüşmüş durumda.
Fakat Hitler’in tüm ırkçı teorilerini çöpe atan bir sporcu ortaya çıkıyor: 100 metrede, uzun atlamada, 200 metrede ve 4×100 metre bayrak yarışında tam 4 altın madalya kazanıyor. Bu adam Jesse Owens.
Her ne kadar şehir efsanesi haline gelmiş olan Hitler’in kendisini hor gördüğü iddiasını reddetse de Jesse Owens 30’lu yıllarda siyah bir sporcu olmanın tüm zorluklarını çeken birisi. Hatta aslında kendisini hor görenin seçimlerde radikal beyazların oyunu kaybetmekten korkan Başkan Roosvelt olduğunu yıllar sonra dile getirmekten de kaçınmamıştı.
Peki Jesse Owens’ı ilk keşfedenin Türk Basını olduğunu biliyor muydunuz? Spor Postası dergisinin acar muhabiri 1936 yılında Olimpiyat Köyünde antrenman yapan Owens’ı gözüne kestirmesini şöyle anlatır: “Bu esnada nazarı dikkatimi bir zenci celbetti. Uzun boylu, münasip vücutlu ve şokalat renginde olan bu sevimli çocuk birkaç gün sonra yeni olimpiyat rekorları yapacak olan Jesse Owens’dı” Şöhretini duyduğum bu çocuktan şampiyonluk tacını başına koyduktan sonra mülakat koparmak çok güç olacağını biliyordum.”
Muhabir yanına yaklaşır ve kendini tanıttıktan sonra geleceğin şampiyonu ile oldukça ilginç röportajına başlar.
-İsminizin Mister Owens olduğunu biliyorum.
-Evet Jesse Owens’dır.Fakat mektepte beni bütün arkadaşlarım çikolata diye çağırırlardı.
Ohio’lu olduğunu öğrendikten sonra günümüzde sorulsa ırkçılık olarak görülebilecek bir soruyu Owens’a sorar: Neden beyazlar yerine siyah atletlerin olimpiyatlara gönderildi?
Jesse Owens “Biz sporun her şubesinde beyazlardan ziyade muvaffak oluyoruz. Bunun sebebini de ne biz ne de Amerikalılar bulabiliyorlar. Belki Afrika ikliminin yetiştirdiği daha elastiki sinirlere malik oluşu bu muvaffakiyetin sebebi olabilir” diye cevaplar.
Muhabirin Owens’ın bacaklarına dokunmak istediğini söyledikten sonra yazdıkları da bir hayli ilginçtir. “Gülerek ayağa kalktı ve ben tulumun üzerinden bacağına parmaklarımı temas ettirdim. Sert, taş gibi bir bacak. Durunuz şimdi adaleye basınız dedi. Bastım pamuk gibi yumuşak bir hal almıştı. Bu yumuşak adaleyi tedricen sıkarak numara numara katılaştırdı. Deminki sertliğe kadar çıkardı.”
Röportaj Owens’ın derecelerini öğrenmek isteyen muhabirin 100 metreyi kaç saniyede koştuğunu sorması ile devam eder. Owens cevap vermek istemeyince muhabir onu rahatlatmak için çok ilginç bir cevap verir: “Sözlerinizi burada kimseye ifşa etmeyeceğimden emin olabilirsiniz. Bunlar siz Amerika’ya avdet ettikten sonra İstanbul’da yani renkli insanların tam vatandaş muamelesi gördükleri bir muhitte neşredilecektir.
Jesse Owens Amerika’da 100 metreyi 10 saniyede koştuğunu ve uzun atlamada da 8.40 atladığını ama burada bu dereceleri elde etmesinin zor olduğunu söyler. Daha sonra yarışlarda Jesse Owens 100 metrede 10,2 saniye ile koşmayı başarmıştı.
Bu dereceleri nasıl yaptığı sorusuna ise Owens: “ Çok antrenman yaparım, Vücudum bu antrenmanları hazmedecek kadar kabiliyetlidir. Haftanın ancak muayyen günlerinde et yerim. Her gün bol bol meyva yerim. İçki sigara kullanmam. Bol ve muntazam uyurum. Kafamı fena şeylerle yormam” diye cevap verir.
Daha sonra sıra özel hayata gelir. Televole günlerini hatırlatan bir şekilde muhabir Owens’a kadınlar hakkındaki fikrini sorar: “ Kadınlar iyi tatlı mahluklar. Fakat çok tehlikeli.”
Röportajın bundan sonraki kısmı 30’ların Amerikasındaki ırkçılığın boyutlarını ve neredeyse Nazi Almanyası ile aynı olduğunu ispatlar niteliktedir;
-Ne renk ve şekilde kadınları seversiniz?
-Minyon ve sarışın olursa seyrini severim.
– Alman Kızları şu halde hoşunuza gidecek tiplerdir. Kendileri ile geziyor musunuz?
– Biz renkliler bunu yapmamalıyız. Çünkü sarışın ve beyaz kızlarla ahbaplık yaptığımız takdirde buna alışmak ve aynı şeyi Amerika’da da tatbik etmek ihtimali vardır. Halbuki orası bu tip arkadaşlığa asla müsait değildir.
Her iki taraf da röportaj sona ererken birbirlerine nazik sözcüklerle veda ederler bundan birkaç gün sonra da Jesse Owens 4 altın madalya kazanacaktır.
Sporun dostluk ve barış için olduğunu asla unutmayan Jesse Owens kendisini altın madalya aldıktan sonra Hitler’in ve tüm Nazilerin önünde ilk tebrik eden Luz Long 2.Dünya Savaşı’nda hayatını kaybedince şunları söyleyecektir: “Bugüne kadar kazandığım tüm madalya ve kupaları eritseniz, o anda Long’a karşı hissettiğim 24 karat dostluğun kaplaması bile etmez.
1980 yılında hayatını kaybeden Jesse Owens, ABD’nin Moskova Olimpiyatlarını boykot etmemesi için çok uğraşmış ama başaramamıştı. Jesse Owens 1984 Los Angeles Olimpiyatlarında onun başarısını tekrarlayarak dört altın madalya kazanacak Carl Lewis’i de göremeden hayata veda etmişti.