Bir yıl daha devrildi, üstüne basıp geçiyoruz. Buyuz çünkü biz; biraz riyakâr, biraz da hakikatli bir varlığız. 2015’te her bakımdan çok sayıda çam devrildi, yeri dolmayacak nice insanı kaybettik. Bunların sonuncusuna, ansızın aramızdan ayrılan yılların TRT üstadı Hüseyin Başaran’a da rahmetler, yakınlarına baş sağlığı dilemeyi bir borç bilirim elbette…
Basketbola gelince; bu haftayı bir silsile yumağı ile kapattık, diyebiliriz. Bu defa, ilk kelamı Galatasaray Odeabank’tan yana söyleyelim. Haftanın kapanış maçında Beşiktaş’ı tabiri caizse “hezimete uğrattılar” çünkü her iki potada da basketbolun gerekliliklerini yerine getirdiler, hem de layıkıyla. Dorsey’nin giderek yükselen performansı, Caleb Green’in sakatlığıyla iyice ateşlendi ve Dorsey maçın en dominant oyuncusu olarak rakip pota altını kararttı. Bilhassa ribaunt ve blokları şahaneydi. McCollum’un sayıları, Micov’un yeni rolündeki kusursuz dış şut performansı, Göksenin’in enerjisi, Lasme’nin Dorsey’e ayak uyduran savunması, Sinan ve Schilb’in “yardırması”, Galatasaray’ın galibiyetine ışık tutan birer etken oldu (tam 6 oyuncunun çift haneli skor ürettiğini, Göksenin’in de 9 sayı attığını belirtelim). Sinan ayrıca haftanın bir diğer maçında Karşıyaka karşısındaki centilmenliğiyle bizlere ne denli erdemli bir sporcu olduğunu kanıtladı. Üçlük yağmuru şeklinde geçen o maçta Galatasaray’ın kaybetme sebebi, pota altında ribaunt üstünlüğünü kuramamasıydı. Yoksa 15/25 gibi bir isabetle üçlük atıp maç kaybetmek, çok zor bir iştir. Oyunları ve Beşiktaş galibiyeti için tebrikler.
Transfer yasağının kalkması içinse, FIBA’ya geçmiş dönemin 2.6 milyon Euro’luk hesabını ödemeleri lazım. Futbolda ümidin kesildiği, 70’ine gelen Mustafa Denizli’ye kadar düşüldüğü bir yılda, yönetimin, umut vaat eden basketbola bu desteği vereceğini ummak bile zor. Çünkü burası Türkiye, başarılar futbolda gelmemişse, muhakkak “cezasını” bulur. Misal, boştaki yılların GS’lisi, Ergin Hoca’nın belkemiği Zoran Erceg ile maddiyat yüzünden GS görüşemez, FB görüşür. Biz alıştık, bizi yanlışlamak onların elinde…
Beşiktaş Sompo Japan ile devam edelim. Isolation’a dayalı, Motion offense görünümlü kaos basketbolu, sahanın her iki yanını da aynı ciddiyetle oynayan rakiplere karşı iyice teklemeye başladı. GS maçına 13-0 yenik başlandı. Fark bir ara 30’a yaklaştı. Culpie ayarında bir skorer, bir maçı şahane geçirirken, diğer bir maçta Galatasaray’a 1/7 ile üçlük atıyorsa (çoğu müsait pozisyonda kaçtı), ve o üçlüğü de, maç biterken, önünde savunma yokken atıyorsa; Lampe gibi üst düzey bir pivot, anca maçın kaderi çizildikten sonra sayı atmaya başlıyorsa; Nate Wolters, 11 asistlik bir double-double yapsa bile sahada hayalet muamelesi görüyorsa, bunun sebebi, savunma kurgusunun Elonu’dan ibaret oluşudur. Koç Yağızer Uluğ, temastan kaçan bir savunma tercihi var diye Erik Murphy’yi benche demirlemişken, sahada kim ne savunma yapıyor, kim daha evla Murphy’den diye bir bakıyor mudur acaba? Bu takım, her biri penetreci, delici olan pasör kısalara, ve hantallıklarını orta ve uzak mesafe ve dış şutlarla kapatabilecek şutör uzunlara sahipken, neden hiç Jure Zdovc’un Slovenya’sı ve Antep’i gibi bir Pick’n Pop oynanmaz, bilemiyorum, akıl erdiremiyorum. 3. Çeyrekte tek başına 8-0’lık seriyi bu sistemle yaratan Hamilton, GS maçında o sistemi kotarabileceğini bol bol kanıtladı mesela (Not: Enes’i cesur penetresi ve şahane basketi için kutlarım). Transfer görüşmeleri ve bir uzun arayışı varmış; mühim olan, (çift el smaca giden Dorsey’ye jeneriklik bir blok çakan) Elonu ayarında bir savunmacı daha almak değil, takım savunması yapmak. 90’ların sonunda oynanan basketbol, savunma ile desteklenmezse, 2015’te çöker. Nitekim, kadro kalitesine karşın, Zone defense’te ısrar eden Beşiktaş’ta ibre bunu gösteriyor…
Pınar Karşıyaka’ya geçelim. Galatasaray maçını, Josh Carter, Bracey Wright ve Justin sayesinde, atarak kazandılar. Oysa Banvit maçını, atamayarak kaybettiler. GS önünde üçlükler mitralyöz misali yağarken, kapandığı hızla dışa açılabilen Banvit savunmasına karşı üçlük yüzdesi yerlerde süründü. 16/29 gibi bir yüzdeden, yerlere düşmek hoş olmayabilir; hem de Euroleague’in şu ana dek en kötü üçlük atan takımı olmak gibi bir talihsiz unvanı silme adına Wright alınmışken. Lakin pota altındaki verimlilik ve ribaunt katkısının düşüşü (merhaba Palacios!), Kaf-Kaf’ın tamamen üçlüklere yüklenmesine sebep oluyor, bu yüzden de kumar büyüyor. Ben, kim ne derse desin, Kenan Sipahi’deki gelişimden çok mutluyum. Oyun kurmak için bir kademe daha yolu var, evet, fakat son birkaç maçta, orta ve yakın mesafe şutlarını çok kararlı biçimde atıyor, sorumluluk ve inisiyatif alarak oyunu değiştirmeye çalışıyor. Hücumda hata yapsa bile, savunmada azmiyle hemen telafi ediyor. Çok özel bir basketbol zekası var. Elini taşın altına sokabilmesinin ve dribbling üstünden ani şutlar çıkarabilmesinin kerameti besbelli: Hürriyet! Obradovic’in ekibinde şut atmaktan korkar hale getirilen bu gencimize, gereken psikolojik katkı ve saha içi serbesti Ufuk Sarıca tarafından tanındığı anda grafik iki katına çıktı. Üçlükleri atmaya başladıkça, her şey daha güzel olacak. Can ve Soner için de benzer durumlar söz konusu. Bu yapıyı bozmasınlar. Pota altında tek devayı Kerem’den beklemesinler. Wright’ı da bu iki maçta olduğu şekilde kullansınlar. Ama Banvit maçındaki gibi Lloyd Daniels’laşmasına da mani olsunlar…
Çıkıştaki ekiplerden Banvit’e değinelim. Kritik üçlüklere hız veren (Kaf-Kaf maçında da tam son topta Justin’i hataya zorlayan) Moerman, Carmichael’ın gelişini çabuk atlattı ve muhteşem bir türkü tutturdu. Hem hücumda hem de ribauntlarda terör estiriyor. Fortson da, önünde baskıcı bir savunma yokken, hep âkil oynuyor ve takımı satmıyor, taşıyor. Savunmada da, KSK maçında Bracey Wright’a vurduğu kelepçelerden sunuyor bizlere. Slaughter’ın kaçak güreşmesine, tüm yükün ve yaratıcılık görevinin Fortson’a kalmasına rağmen, tökezlemediler ve Slaughter bir şekilde katkı vermeyi sürdürdü. Johnson’a da takdirlerimizi sunarız. Karşıyaka maçının üçüncü çeyreğinde sol dipten gelip vurduğu smaçla az kalsın potayı kıracak olan Carmichael ve Vidmar savunmada sağlam durduğu için, atamasalar bile az sayı yiyerek maçı kazanma noktasında tutuyorlar. Bir defa, fast break kültürleri muazzam; ayrıca Iverson gibi hantal pivotları da faul problemine sokmakta ustalaştılar. Bir tek Simmons bana biraz “eskimiş” gibi görünmeye başladı; içimdeki Tolga Geçim sevgisine Cem Ulusoy’lar, Talat Altunbey’ler de ekleniyor böyle böyle. Eğer bu sene Şafak Edge takımda tutulabilseydi, işler Fortson için çok daha kolay olacaktı. Ama unutmayalım, takımın asıl heyecanı, ikinci yarıda, Can Maxim’in iyileşmesiyle gelecek. Bir uyarım var, o da, fena halde kaygan ve sakatlığa elverişli olan zeminlerine dair. Bu sahada sakatlık çıkmaması için, zemine bir baktırmaları arz ediyor. Tribünler de lütfen kaba tezahürattan vazgeçsinler, bu seyirciye bunlar yakışmıyor. Bunun haricinde, tebrikler..
Fenerbahçe, forvetler ve guard savunması yüzünden Efes’e kaybetti, ama organize oyunu ve Datome – Bogdanovic ekseni sayesinde Antep’i geçmeyi başardı. Efes maçında Heurtel ile düelloya giren Bobby Dixon, oyun kuruculuk görevlerini ihmal edince, Furkan Korkmaz’ın da coşması neticesinde maçı kaybettiler. Datome’nin genel görünümdeki çıkışı ise yüzleri gülümsetecek cinsten. Bunun sebebini isterseniz koç Obradovic’ten dinleyelim (malum, kendisi “tek” veya “hiç” olan şeyleri muhakkak dillendirir): “Hayatta değişik hikayeler vardır, bugün Luigi Datome sadece bir atış kaçırdı ve bu sabah zorunlu olmayan bireysel çalışmaya gelen tek oyuncu oydu. Herkes, çalıştığının karşılığını alıyor. İyi oyuncular böyle yetişiyor, böyle iyi oyuncu oluyorlar”. Bu özgüvenle Datome, Antep maçında ilk iki periyodun sonunu jeneriklik hareketlerle (asist olan bir tam saha Amerikan Futbolu pası ve bir ani üçlük) imza atıp, her periyotta güven abidesi haline geliyor. Bogdanovic tam kıvama geldi. Udoh – Vesely ikilisinin tek sorunu, karşılarında hızlı, sert ve çabuk yardımlaşan bir rakip pota altı varsa, paslaşamamaları ve ikili oyun oynayamamaları. Sloukas bunu biraz açmaya, ferahlatmaya başladı. Berk ve Ömer de kendilerini günden güne geliştirdiklerini ispatlıyorlar. Tebrik ederiz. Ayrıca, sakatlıklara önlem olarak, NCAA usulü (yani çıkartmalı değil, boyalı) reklam alanı sistemini seçmelerini de bir kez daha kutluyorum…
Efes, hiç kuşkusuz ki haftanın “mutlak kazananıydı”. Önce, yüksek tempolu bir maçta en büyük rakiplerine, Fenerbahçe’ye galip geldiler, ardından da bu sezon hiçbir İstanbul takımının yapamadığını yapıp, Uşak deplasmanından zaferle ayrıldılar. Bir defa, bu takımın artık iyiden iyiye hücum takımı, yani “Heurtel’in takımı” olduğunu dile getirmekte fayda var. Bu yüzden Doğuş Balbay’ın kıymeti bilinmiyor. Fenerbahçe önünde Heurtel hücumu şahane bir şekilde sürükledi. Ayrıca genel olarak yerlilerde bir tedirginlik başlattı bu yeni sistem, bu hepimizin malumu. Lakin bu sistemde Heurtel’den bile çok parlayan bir isim var ki, o da Jayson Granger. Bilhassa Muratbey Uşak Sportif karşısında takımının kahramanıydı Granger. Her kategoride her işi yaptı, rakibin her türlü serisine anında acımasız cevaplar buldu ve maçın hakkını verdi; böylece Efes, maç sonunu oynamayı becerip galibiyete ulaştı. Furkan’ın şut sezgisi, bu sistemde Efes’in Diebler’dan alamadığı ani dış şut katkısını karşılayabilecek düzeye erişti. Emircan da nihayet rotasyonda ve sahada yer buldu – bir an evvel, atletizmini kaybetmeden vücuduna kas kütlesi yüklemeli. Şimdi, bu görünümde Heurtel’in başına buyruk tercihleri artık takımı “satmaya” yönelik hatalar gibi durmuyor, Heurtel de ayrı bir özgüvenle oynuyor, amenna. Fakat Saric yokken, her iki pota altında aynı verimlilikle oynayan kimse kalmıyor. Tyus savunmada, Dunston ise hücumda geride kalıyor. Dunston’ın açığını Brown ile örtebiliyorlar, ama Tyus – Dunston ikilisi varken de Brown kenarda kalıyor. Buna yakında bir çözüm bulunacaktır bence. Bu çözüm Emircan ve Cedi’yi içerirse, tadından yenmez. Savunmada Heurtel’in açıklarını eğer Heurtel ile yan yana oynarken Granger kapatacaksa, Uşak gibi penetre ve birebir silahlarına sahip takımlar karşısında uzunlar çok faul problemine girerler. Sistem birkaç haftadır iyi gidiyor, bakalım neler olacak… Tebrikler.
Uşak Sportif, haftanın kaybedeni olmuş gibi görünebilir, lakin sadece Trabzonspor’a hakiki anlamda “yenildiler” (bu arada, erteleme maçları Trabzon değil Yeşilgiresun maçıymış, geçen haftaki yazıda yaptığım karışıklık için özür dilerim). Neticede TS’li Erdi Gülaslan’ın böylesi bir oyun oynayacağını Trabzonspor bile kestiremezdi. Efes maçında ise yine bir geri dönüş denediler, ama asistlerdeki kıtlık onlara yaramadı. Tabi olumlu noktaların arasına Paul Harris’in gücüyle sırtı dönük oyunda Efes’li kısaları (Furkan ve Diebler) potaya sürükleyip sayı bulması, ribauntlarda ses getirmesi, Kairys’in savunma yapması, hücum ribauntlarındaki ezici üstünlükler, Birch’in muhteşem oynaması gibi noktalar var. Fakat Andre Harris’in iniş çıkışları, Harrison’ın formsuz dönmesi ve Harrison dönünce Watson’ın oyununun düşmesi gibi olumsuzluklar da var. Kairys’in en kritik yerde show-up’a çıkması gerekirken maçın adamı Granger’ı üçlük çizgisinin gerisinde çok rahat bırakması ise, literatüre geçecek türden bir hataydı. Ayrıca kaptan Mesut ve Harrison ile Brown’ın niye gerilim yarattıklarını da çözemedik. Belki biraz daha asist yapsalar, işleri kolaylaşacak. Çabaları için tebrikler..
Trabzonspor, haftanın olağan şüphelisiydi. Uşak’ı yenip TED’e yenildiler. Ama mühim noktalar başka. Evvela, Erdi Gülaslan her iki maçı da şahane oynadı, tebrik ederim. Sonrasında ise, takım içi dengeler şaştı. Koçla tartışan ve sistemde Odom ve Hardy’nin bu kadar top kullanmasına katlanamayan Tarrence Kinsey, takımdan ayrıldı. Oyun kurmaktansa sayı atmayı seçen Darius Odom da öyle (Odom Olympiakos’a gitti – OLY bu kadar guardı ne yapacaksa artık?). Yerlerine Nancy’den Jamon Gordon’ın kuzeni oyun kurucu Derwin Kitchene ve Kızılyıldız’dan Ryan Thompson takviyeleri yapıldı. Açıkçası, bu iki oyuncuyu tek bir bedende toplayabilsek, işte anca o vakit TS’nin tam istediği gibi bir isim üretirdik. Yani her iki ismin de komple birer isim olmaması, biraz düşündürücü. Elbette topu elinde istemeyen, aksine, topla inisiyatif üretmesi istenince devreleri yanan Thompson güzel bir kazanç. Görev adamlarına her zaman ihtiyaç var. Ama yeri geldiğinde hücumda sözünü söyleyebilmesi de hoş olurdu. Playmaker gibi görünse bile, sıra dışı şut stiliyle düşük yüzdelere mahkum olan Kitchene’den ise şüpheliyim. Bu seviyede bir ekibin “oyun kurucusu” olması biraz zor. Ama bakalım, koç Markovic’in tasarısı ne?
Antep, yeni koçuyla aynı sistemi oynuyor. Temelleri üçlük olduğu için, geri düşseler bile kolayca geri dönebiliyorlar. Neticede risk büyük, ama ödül de büyük. Rautins – Calloway ikilisini gittikçe daha çok beğenmeye başladım. Rautins, geçen sene Eskişehir’li Matt Walsh’tan gördüğümüz süper skorerlilği layıkıyla yapıyor. Dış şutörler King, Balazic ve Ruzic iyiyken, çok kuvvetliler. Yoksa, Jawad Williams’a çok yük biniyor. Avrupa’da epey yolları var, yeter ki, Can, Erden ve Altan gibi yerlilerle rotasyonu geniş tutabilsinler.
Telekom, kuşkusuz ki haftanın en ilginç haberini verdi bize. Neredeyse bir Telekom demirbaşı haline gelen, bu takımla özdeşleşen koç Ercüment Sunter, başarısızlıklar ve sağlık sorunu yüzünden görevden istifa ettiğini açıkladı Konya mağlubiyetinin ardından. Kadrosunu bu kadar erken kuran, sistemiyle Avrupa’da ses getiren bir ekibin bu talihsizliği yaşaması, üzücü elbette. Hele ki geçen sene Ercüment Hoca ile yakaladıkları başarıyı düşünürsek. Ama geçen sene Rakovic, bu sene Savovic gibi takıma uyamayan transferler ve Valters’in sakatlıkları, çok şeyi değiştirdi. Asistan koç Samir Seleskovic yerine tecrübeli koç Hakan Demir ile anlaşılıp devam edileceği söyleniyor. Tek beklentimiz, ligden düşme potasının biraz da olsa üzerine çıkılması, Avrupa’da yola devam edilmesi ve Haislip – Rasic transferleri yüzünden kıymetli yerli oyuncuların sürelerine bir zeval gelmemesi. Umarız, hayırlı ve uğurlu olur herkes için. Ercüment Hoca’ya da emekleri için basketbolseverler olarak teşekkürler ederiz.
Daçka, nihayet rayına girdi, yolunu bulmaya başladı. Kadrodan henüz resmi bir kesinti yapmasalar da, sezon arasında birkaç isimle yollarını ayırmalarını bekleyebiliriz. Bjelica, Semih, Redding, Furkan, Harangody Markoishvili, Ender, Gordon, Metin ve Slaughter’ın kalması kesin gibi. Emir şu an belirsiz. Serhat, Mehmet Yağmur, Samet, Oğuz ve Dudley’nin akıbetleri ise bizleri şaşırtmayacaktır. Onlar artık sadece Euroleague’e odaklanıyorlar. Bu haftaki asıl tebriklerimiz, hata yaptığını kabul edip, yanlış anlaşılmadan dolayı bağırdığı Redding’den özür dileyen koç Oktay Mahmudi’ye gelsin..
İBBSK, kendilerine galibiyet aldıran Ben McCauley ve Kartal transferlerinin ardından, Ertuğrul Hoca ile yeniden yapılanmayı sürdürüyor. Geçen sene Almanya’yı titreten ama buraya uymayan Justin Cobbs ile yollar ayrılırken, yerine Malcolm Armstead ile anlaşıldı. Cobbs da, Real Madrid’e dönen KC Rivers’tan boşalan bir yeri doldurmak için Bayern Münih’e transfer oldu. İBB için, Armstead, iki ucu keskin bir bıçak. Umarız, Klobucar – Kartal – Metecan – Denmon – Batts ekseninde bir “takım” kurulur ve İBB’yi yenmek bir meziyet kabul edilmeye başlanır artık… TED Kolej, yoluna iyi kötü aynı şekilde devam ediyor. Sanikidze gerçeken iyi işler çıkartıyor. Ama Gecevicius’u bir türlü beğenemiyorum. Konya ise, Brazelton’a yeniden af çıkmaması sonrası, önce Anthony Davis ile Kentucky’den takım arkadaşı olan NBA patentli Doron Lamb ile, bu oyuncu sağlık testini geçemeyince de Gora’dan JR Reynolds ile anlaştı. Williams ve Tucker hariç birilerine dayabilmek istiyorlar. Bakalım neler olacak.
Yazıyı noktalarken, birkaç farklı konuya değinmek istiyorum. İlki, Galatasaray’da 1996-97 sezonunda forma giyen Sherron Mills için başlatılan yardım kampanyası. Mills’in ALS hastalığına yakalanması sonrası, bağış toplama seferberliği başlatıldı. Öncelikle kendisine, sonra da, hatırıma gelmişken, demans hastağından ötürü senelerdir büyük sıkıntılar yaşayan Türk basketbolunun emektarlarından Taner Korucu’ya acil şifalar diliyorum. Mills için başlatılan kampanyaya https://www.gofundme.com/SherronMills40 adresinden erişebilirsiniz.
Bir diğer sözüm, biraz sitem içeriyor. TRT Spor, hafta içerisinde iki basketbol efsanesinin, TBF Başkanı Harun Erdenay ve yardımcılarından Haluk Yıldırım’ın yabancı kuralıyla ve genç oyuncularla ilgili yaptığı basın toplantısını yayınlarken, sıra tam seyircilerin sorularının cevaplanacağı noktaya geldiğinde TRT naklen yayını kesti ve bizler soruların cevaplarını seyredemedik. Neyin endişesidir, korkusudur bu? Sorulara cevap gelemeyeceğinden mi korkuluyor? Esef duyuyorum. Bunlar hiçbir şekilde ülkenin resmi kanalına yakışmıyor..
Yazımı bitirirken, emektar basketbolculardan Ersin Görkem’e, kardeşinin ani vefatından dolayı baş sağlığı, Hüseyin Başaran’a tekrardan rahmet, herkese de basketbol kadar güzel, mutlu bir sene diliyorum. Yeni yılınız şimdiden kutlu olsun. Basket sevgisinden mahrum kalmayın. Saygılarımla..
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc
Youtube: Turuncu ve Siyah Kadar Yuvarlak