MECZUP
2010 Mart ayında İzlanda’da patlayan yanardağın sonuçlarının o sene Nisan ayında oynanan Inter-Barcelona CL Yarı Final serisine nasıl yansıdığını Diego Torres’in 2014 yılında yayınlanan ve Jose Mourinho’nun kariyerinin bir bölümünü anlattığı “The Special One” adlı kitabının ikinci bölümünde detaylı bir şekilde bulabiliriz.
(Uçaklar kalkamadığı için Barcelona’dan Milano’ya otobüsle ancak 2 günde gidip ilk maça çıkan Pep’in takımı sahada pek bir varlık gösterememişti.)
Yarı finalin ikinci maçında Inter’in kale önüne çektiği otobüse karşı Pep’in tiki takasından vaz geçmeyen, tribündeki ve ekrandaki tüm destekçilerine saç baş yolduran Barcelona turu ve kupayı Camp Nou’da kaybediyordu. Asıl önemlisi bir ay sonra Bernabeu’da oynanacak olan büyük finalde Bayern’in karşısına Real Madrid’in en büyük rakibi olarak çıkma şansını ellerinden kaçırıyorlardı.
Mourinho’nun o rövanştan önce basın toplantısında belirttiği gibi o turu geçip Madrid’e gitmek Inter için hayalken Barcelona için belki de bir takıntı idi. Bir sene önce Roma’da United’ı ezen ve oynadığı futbol ile dünyayı kasıp kavuran Barcelona 2010 senesinde herkesi şok edecek şekilde eleniyordu.
Her ne kadar 2011 senesinde buldozer gibi önüne geleni ezip Wembley’de Sir Alex’i bile sahaya çıktığına pişman ettilerse de 2010 yılında yarı finalde yaşananlar hafızalardan hiç çıkmadı.
O dönem Pep’in muhafazakâr oyun uygulamasının artık meczupluk boyutuna gelmesi ve rigid bir yapı içerisinde ilerliyor olması, gelen başarılara rağmen futbol paydaşlarının belirli bir kısmının kafasında hep soru işaretlerine neden oldu.
Bu rigid uygulamalar Barcelona gibi 70’lerden beri gelen bu oyun tatbikine alışık DNA’da bile zaman zaman sıkıntıya sebep olabiliyorken Pep’in bir sonraki durağı olan Bavyera’da Bayernli futbolculara illallah dedirtiyor ve belki de kariyerlerinin en zor 3 senesini geçirtiyordu.
2016 sonrası Premier Lig kariyerinde Klopp ile yaşadığı rekabetin seviyesi ve oyununa karşı bulunan antidot seviyesinin yükselmesi sebebi ile Pep bile meczupluğunu azalttı ve seneler ilerledikçe B, C planları ile takımlarını sahaya sürmeye başladı.
Bu satırların yazarı olan bendeniz büyük bir Pep hayranı olsam da bu oyunun detaylarının ve mükemmeliyetçi yanlarının zaman geçtikçe bunu tatbik eden oyuncuların üzerinde ne kadar büyük bir yük olduğunu ve belirli bir süre sonra yavaş yavaş Pep takımlarından ayrılmak istediklerini de gözlemledik. Yaşadıkları mental yorgunluk seviyesi alınan kupaların verdiği hazzın çok üzerine çıktığından bu kararı alıyorlardı.
Pep İngiltere’de sistemini tıraşlamaya ve daha iyisini oluşturmaya çalışırken geride bıraktığı meczup tiki takanın kaderini değiştirecek 2020 yazı geldi çattı.
Dünya pandeminin kucağında kıvranırken Portekiz’de karşı karşıya gelen Barcelona ve Bayern’in mücadelesini Bayern 8-2 kazanıyor ve bir dönemin perdelerini kapatıyordu. Tarihinde ilk kez Avrupa Kupası’nda 8 gol yiyen Barcelona Quique Setien yönetiminde anaforun içine düşmekle kalmıyor ve çırpındıkça daha da sıkıntılı duruma düşüyordu. Daha sonra gelen Koeman ve Xavi meczup Barcelona rahleyi tedrisatından geçmiş adamlar olsalar da kanayan yaraya yara bandı olmaktan öteye gidemediler.
Pep’in takımının La Masia kökenli yıldızlarının nüfus kağıtlarının eskimesi ve yavaştan takımdan ayrılmaya başlamaları da krizi hızlandırdı.
İşte bu dönemde geçici hoca olarak başladığı Bayern ile CL kazanarak şampiyonlar sahnesine giren Flick de rekorlar kırdığı Bayern’den kendi isteği doğrultusunda Alman Milli Takımı’na zıplıyor ve orada Löw tedrisatından gelen oyununu tutturmaya çalışıyordu ama başarısız geçen Katar 2022 sonrası Eylül 2023’te görevine son veriliyordu. Bayern’de rekorlar kıran Flick Alman Milli Takımı’nda da tersten bir rekor kırıyor ve o güne kadar görev başındayken görevine son verilen ilk Almanya Milli Takım hocası olarak adını tarih sayfalarına yazdırıyordu.
2024 yazında işte bu ortamda başlayan Barcelona-Hansi Flick birlikteliğinin bugün geldiği nokta bendeniz de dahil birçok futbol paydaşını şaşırtmaya devam ediyor.
Bugün baktığımızda Flick’in Barcelona’ya biçtiği oyun takımın DNA’sına, genetik kodlarına, kültürüne, yaşanmışlıklarına ya da siz ne diyorsanız artık buna bilemem ama varlık sebebine (raison d’etre) aykırı desek yanılmış olmayız.
Sürekli yapılan ofsayt taktiği sebebiyle sahayı 50-55 metrelik bir boya indirgeyen hem bek hem stoper oynayabilen atletik defans oyuncuları ile kontra topları kesip oyuna tekrar sokarak hücum aksiyonlarını yenilerken, Lewandowski’nin uzun sakatlığı süresince, eski usul santrafor (striker) kullanmadan dikine oynanan kanat hücumlarını Yamal’ın ters ayaklı varyasyonları ile çeşitlendiren bir yapıya evrildiler.
Vasat kariyerini Bielsa’nın Leeds United’ında sürdürürken sadece ekmeğinin peşinde bir oyuncu izlenimi veren Raphinha’dan Ballon D’or adayı bir oyuncu çıkarması, Pedri’yi belki de mevkisinin dünyadaki en iyi oyuncusu haline getirmesi ve Yamal’ı 17 yaşında Messi’nin bile o yaşta olamadığı seviyeye çıkarması Flick’in mucizeleri olarak görülebilir.
Her ne kadar Kasım ve Aralık aylarında büyük bir kriz yaşayıp ligde 6 maç kazanamayarak sallanmış olsalar da yaz döneminde planladığı taktikten vazgeçmeyen Flick takımı çok başka bir seviyeye getirdi.
Bütün bunların ışığında oynadıkları Inter yarı final serisi Amerikalıların tabiri ile tam bir “thriller” olarak CL tarihindeki yerini aldı. Dünya üzerindeki kaç takım o kadar çabalayıp 2-0 dönmüş ve 3-2 öne geçmişken 90+3’te hayatının ilk CL golünü atacak olan Acerbi’nin sağ ayağından o golü yer onu bilemem ama bu tam Flick’in takımının yiyeceği goldü desem yanılmış olmam diye düşünüyorum.
İstatistiklere baktığınızda toplamda 7-6 biten seride Barcelona toplam 6 dakika maçı önde götürmüş olmasına rağmen oyun olarak sanki 5 fark atmış gibi domine ediyordu. Bu biraz da 2010 yarı finalini anımsatan bir durumdu. O seri de Barcelona oyununu sorgulatan bir sonuç ile bitmişti, her ne kadar şartlar farklı olsa da geçtiğimiz günlerde oynanan oyun da bize bunu hatırlattı.
Aldıkları skor avantajını koruyamamalarındaki en büyük etkeni takımın gençliğine bağlayan birçok yorumcu olsa da, kanaatim, zaten Flick’in takımın gençliği sayesinde bu ofsayt oyununa oyuncuları ikna etmiş olabileceğidir. Inter’deki 30+ yaştaki savunmacılara bu oyunu anlatamazsın, bu strateji adamlara geçmez ve takımda ihtilaf kaçınılmaz olur.
Ve fakat genç takım olduğu zaman da üretkenlik yüzdesi ve oyun soğutmada sıkıntılar yaşarsın. Her ne kadar Lamal başta olmak üzere takımın genel karar alma, uygulama ve zamanla kalitesi yaşlarına oranla pek sıkıntılı gözükmese de gelecek sene için en büyük sınav Inter maçlarından çıkan ders olacaktır.
Bundan sonra ne olur sorusuna verilecek cevabım müspet yönde olacaktır. Hansi Flick de kanaatimce, meczup hocalar sınıfında olsa da henüz ikinci senesini görmeden olumsuz yorum yapmak erken olacaktır. Tahminim, topu daha çok öldürebilen ya da pozisyonu daha yüzdeli bitirebilen bir oyuna evrilmesi kaçınılmaz olacaktır ve bu da ona önümüzdeki 5-10 senenin dominant takımını oluşturması konusunda ona yardımcı olacaktır.
Flick futbolu savunmayı önde kurup, kaybedilen topu şok presle minimum zamanda geri alıp direkt toplarla özellikle kanatlardan oynayarak ve skor geldiğinde topu da öldüren iyi bir 1.bölge planı ile tam bir füzyon futboluna dönüşürse bizler önümüzdeki 5-10 sene, daha önce Pep ve Klopp’u konuştuğumuz gibi, Flick’i de konuşabiliriz.
Bakalım zaman ne gösterecek!
Herkese sıhhat, akıl, spor ve huzur dolu günler diliyorum.
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78