Liverpool FC 2013-14 sezonunu, son anda kaçırdığı şampiyonluğun ardından 2. bitirirken, yıllar sonra tekrar şampiyonluğa oynamış olmanın verdiği motivasyonla bir sonraki sezon için taraftarına fazlasıyla ümit vermişti. Eldeki kısıtlı kadroya yapılacak birkaç takviye ile bir sonraki sezon hem ligde, hem de Şampiyonlar Ligi’nde büyük başarılar hedefleniyordu. Teknik Direktör, Brendan Rodgers taraftarın güveninin kazanmış, kulübü bir sonraki hedefe taşıyacak adam olarak görülüyordu. Kulübün finansal problemi yoktu ve yaz döneminde gelecek yeni oyuncularla takım daha da güçlenecekti.
Ancak, unutulan önemli bir nokta vardı. Luis Suarez, art arda gelen ırkçılık ve ısırma skandalları ile birlikte, İngiliz tabloid basınının hedefine oturtulmuştu. Her daim kendisine ‘nefret etmekten hoşlanıdığı’ bir popüler figür arayan ada basını, sürekli Suarez ile uğraşıyordu. Dünya Kupası devam ederken ise, Uruguay-İtalya grup maçında, Suarez Giorgio Chiellini’yi yine ısırınca, Britanya Adaları’nda yer yerinden oynadı. Günler boyunca, televizyon, internet ve gazetelerde Luis Suarez’e yapılan hakaretlerin ardı arkası kesilmiyordu. FIFA’nın da oyuncuya 4 ay kadar futboldan men cezasını vermesinin ardından, basın iyiden iyiye şaha kalktı, ve Luis Suarez için tekrar İngiliz Ligi’nde oynamak artık neredeyse imkansız hale gelmiş oldu.
Politik olarak doğru addedilmiş normlar üzerinden yaşayan anglo-sakson kültürünün linç kampanyası ise bir diğer yandan Barcelona yöneticilerini harekete geçirdi. Liverpool’a oldukça yüklü bir transfer teklifi yapılırken, kendi taraftarından dahi satma baskısı yiyen kulüp yönetimi, çok geçmeden gerekli onayı verdi ve Luis Suarez dünya kupasının arkasından direk olarak İspanya’ya gitti.
Buraya kadar her şey Liverpool taraftarının aşağı yukarı istediği gibi gidiyordu. Her ne kadar yıldız statüsünde olsa da, hem sürekli sorun çıkaran bir oyuncudan kurtulmuşlardı, hem de 80m euro’dan fazla bir ekstra transfer girdisi olmuştu kulübe.
Elini yaz sezonunda çabuk tutan Rodgers ve yönetim kurulu ise, ilk önce uzun süredir peşinden koşuyor oldukları Southamptonlı ikili Adam Lallana ve Dejan Lovren’i sırasıyla 31 ve 25’er milyon euro’ya satın alarak önemli bir ‘business’ becerdikleri hissine kapılmışlardı. Üzerine, yine aynı takımdan, LFC altyapılı tecrübeli golcü Rickie Lambert da kadroya 5.5m euro’ya dahil edildiğinde tüm dünyadaki Liverpool taraftarları oldukça memnun olmuşlardı. Keza, Southampton evvelki sezonun parlayan yıldızıydı ve oyuncuları çok değerliydi.
Sol bek için yine peşinden uzun süredir koşulan Alberto Moreno Sevilla’dan 18m’a, Bayer Leverkusen’in Türk asıllı genç yıldızı Emre Can defansif orta saha pozisyonu için ise 12m euro’ya transfer edilerek ümitler daha da artırılmıştı. Ayrıca, Atletico Madrid altyapısından yeni çıkan yıldız adayı Jsağ bek avier Manquillo, 2m euro’ya 2 seneliğine kulübünden kiralanmıştı. Dünya Kupası’nda oldukça beğenilen LOSC Lille oyuncusu Belçikalı genç santrafor Divock Origi de 12.5m euro’ya alınıp, kulübüne 1 seneliğine geri kiraya verilmişti.
Açık ihtiyacı ise Benfica’nın parlayan Sırp yıldızı Lazar Markovic ile karşılandı. 25m euro ödenen genç oyuncunun bonservisi ile beraber toplam 130m euro harcanmıştı; ancak, kulübün kasasından çıkan sadece 50m euro idi. Bu rakam, Liverpool büyüklüğünde bir Premier League kulübü için sorun teşkil etmiyordu ki, bir adet kısa vadede katkı yapacak yıldız bir santrafora daha ihtiyaç vardı.
Basında olası adayların isimleri oluk oluk akarken, Rodgers, LFC ayarı bir takımın hareket edeceği alanın son derece dar olduğunu ve belli başlı birkaç isim dışında opsiyonlarının pek olmadığını açıklıyordu. Nitekim hemen akabinde, AC Milan’da kulübüyle ve taraftarla sorun yaşayan Mario Balotelli 20m euro’ya transfer edildi. Milano kulübü finansal krizde olduğu için bu kelepir fiyata elden çıkarttıklarını iddia eden Brendan Rodgers yine çok mutluydu.
Ancak, birçok sefer olduğu gibi futbolda, evdeki hesap sezon ilerledikçe asla çarşıya uymadı Liverpool ve Brendan Rodgers için. Geçen sezon yoktan pozisyonlar var ederek sayısız goller atan ve Sturridge’e attıran Luis Suarez’in takım üzerindeki etkisi oldukça küçümsenmişti. Doğrusunu söylemek gerekirse, genelde yabancılardan, özellikle de benzer kültürden olmayan yabancılardan pek hoşlanmayan İngilizler, Luis Suarez’i golleri atarken göklere çıkarırken, skandal olayların patlak vermenin ardından, oyuncunun takımın başarısındaki gerçek rolünü göremiyordu ya da görmek istemiyordu. Hesapta, Daniel Sturridge yine golleri atacaktı ve Balotelli ve Lambert’in yardımlarıyla birlikte, takımın aşağı yukarı güç kaybetmediği öngörülüyordu. Ve en önemlisi, Raheem Sterling takımın yeni yükselen esas yıldızıydı.
Tüm bu senaryoların arkasından başlayan sezonun hemen başında kötü bir sürpriz gerçekleşti ve Daniel Sturridge önemli bir sakatlık geçirdi. Hem Suarez hem de Sturridge yokken oldukça bocalayan Liverpool ekibi, sezonun ilk 5 maçında 3 mağlubiyet alıyordu. 4-2-3-1’in en ucunda oynayan Balotelli gol atamıyor, hatta pozisyona dahi giremiyordu. Lambert ve Borini da oynadıkları süre içinde yine gol atamıyorlardı.
4-3-3 ve 4-3-1-2 formasyonlarını deneyen Rodgers, forveti desteklemek için türlü çareler arasa da, hem yaşlanan Gerard’in düşen temposu, hem de takıma uyum sağlayamayan Markovic ve Lallana gibi oyuncuların kötü performansı hücum variyasonlarını oldukça kısır bırakıyordu. 10-11 ve 12. haftalarda arka arkaya gelen 3 mağlubiyet, ve Şampiyonlar Ligi’nde gruptaki 5 maçtan alınabilen tek galibiyet kazanları kaynatmaya başlamıştı. Yeni transferler yerden yere vurulurken, teknik direktör, basın ve taraftar gözündeki kredisini gitgide kaybediyordu.
- haftadaki çok önemli Manchester United bölgesel derbisi öncesi takımın sadece 6 galibiyetinin yanında, bir o kadar da mağlubiyeti vardı. Manchester United deplasmanı ise tarihi önemi açısından çok önemli bir maçtı. Rodgers, tam bu noktada kötü giden sezonu bambaşka bir formasyona geçerek çevirme fikrine kapılmıştı. Takım artık 3-4-3 dizilişine geçiyordu. İlk olarak bu maçta denenen yeni sistem 3-0’lık mağlubiyetle sonuç verse de, Rodgers bunda ısrar etmeye devam edecekti.
Sezon başından beri yenen gollerde büyük kişisel hatalar yapan Dejan Lovren kulübeye çekilirken, artık Emre Can stoper olarak oynayacaktı. Sakatlığını atlatan Mamadou Sakho ve Martin Skrtel ile birlikte defans hattının ana 3’lüsünü oluşturacaklardı.
Aralık ayı geldiğinde, her ne kadar kulüp CL’den artık elenmiş olsa da, ligdeki sonuçlar biraz olsun düzelmişti. Manchester United derbisinden bir sonraki aynı fikstüre kadar olan 13 lig maçında 10 galibiyet ve 3 beraberlik alan takım tekrar potaya girmişti. Her ne kadar Şubat ayında Avrupa Ligi’nde Beşiktaş’a elenilmiş olunsa da, bu kupanın İngiliz takımları için çok büyük önem taşımadığı da bir gerçekti. Mart’ın 16’sında deplasmanda alınan 1-0’lık Swansea galibiyeti ile birlikte, 29 maç sonunda 54 puan toplayan takım, 4. Man Utd’ın 2, 3. Arsenal’in 3, 2. Man City’nin ise yalnızca 4 puan arkasında sıralanıyordu. Bir ara hayal gibi gözüken ilk 4, CL geliri ve statüsü demek iken, şimdi 2.lik dahi mümkün gözüküyordu.
22 Mart, Manchester United ile olan sezonun ikinci yarsındaki bölgesel tarihi kapışmanın tarihiydi. Bu sefer kendi evinde oynayacakları bu maçın alınması, tüm sezonu kurtaracaktı. Fakat maçın henüz başında Juan Mata’nın attığı golle yenik düşen Liverpool, ikinci yarıda oyuna girer girmez oyundan atılan kaptan Steven Gerrard’ın bu hatasının ardından, sahada bir kişi eksik kalıyordu. Bu dezavantaj bir gole mal olurken, Steven Gerrard’ın geçen sezonun son haftalarından günümüze doğru aşağı doğru seyreden kredibilitesini daha da aşağı düşürüyordu. Daha sonraki dakikalarda gelen Sturridge golü teselli olmaktan öteye gidemezken, kaybedilen 3 puan ile birlikte yenilen darbe çok büyüktü. Keza, bozulan moraller ile çıkılan bir sonraki haftadaki Arsenal deplasmanında alınan 4-1’lik mağlubiyetle bozguna uğrayan ekip, ilk 4 yarışından oldukça uzaklaşıyordu.
İçinde bulunduğumuz hafta sonuna girilirken ise, 32 haftada sadece toplam 57 puan toplayabilen Liverpool, Tottenham ile aynı puanda ve Southmapton’ın sadece 1 puan önünde bulunuyorken, 4.’ü Manchester City’nin ise tam 7 puan arkasında. Kalan 6 haftada bir mucize gerçekleşmezse, yine pek önemsemedikleri Avrupa Ligi’ne gidecekler. Hatta FA Kupası’nın yarı finalinde geçen hafta elendikleri Aston Villa bu kupayı kazanırsa, Avrupa’ya hiç gidememe ihtimalleri dahi oldukça güçlü bir durumda.
Bugünden geriye bakılınca, sezonun sonuna doğru ortaya çıkan bu negatif tablodaki en büyük etmen olarak yeni transferlerin düşük performansları hemen ortaya çıkıyor. Luis Suarez’in transferinden gelen para ile 5 adet umut vadeden genç yıldız adayı yerine 1 ya da 2 adet rüştünü ispatlamış yıldıza yatırılması gerektiği hemen herkesin dilinde. Rodgers’in transfer politikası ve heba ettiği 150m euro oldukça fazla eleştiri alıyor.
Takımda pozitif anlamda ortaya çıkan performanslar ise Sterling, Henderson, Emre Can ve Philippe Coutinho’ya ait. Raheem Sterling 30 lig maçındaki 7 gol ve 8 asistlik performansıyla deyim yerindeyse takımı sırtında taşıyor. Bu noktada, takımda uzun süre kalması için yeni kontrat önerilen oyuncu ise, bu teklifi geri çevirerek kulübe adeta bir başka büyük darbe daha vurmuş durumda. Sezon sonunda, Chelsea, Real Madrid, Manchester City veya Bayern Munich ayarında dev bir kulübe transfer olması oldukça büyük bir ihtimal olarak duruyor. Ancak, eğer Sterling de Suarez’in ardından takımdan ayrılırsa, Liverpool hem prestij olarak büyük puan kaybedecek, hem de kadro kalitesi önemli ölçüde azalacak. Üstelik, Rodgers’ın hatalı yeni bir yaz sezonu transfer politikası ile birlikte, kulübün birkaç sene önceki başaltı takımı pozisyonuna geri düşmesi işten bile değil. Dolayısı ile, Rodgers’ın takımda kalıp kalmayacağı önemli soru işaretleri barındıran bir sorun olarak yerini alıyor.
Öte yandan, yeni imzalanan TV antlaşması ile birlikte, önümüzdeki sezon iyiden iyiye devasa gelirlere sahip olacak İngiliz kulüpleri büyük bir ihtimalle, yaz boyunca Avrupa’da öne çıkan birçok oyuncuyu fahiş fiyatlara satın alacak. Bu durum Porto, Benfica, Ajax, Sevilla, Sporting Lizbon, Anderlecht ve Valencia gibi ‘feeder’ kulüplerin şimdiden iştahlarına kabartmış olsa gerek. Basında Liverpool FC ile adı şimdiden anılmayan başlanan Illaramendi gibi oyuncuların isimlerine bakılırsa, Rodgers yine bir servet harcayıp baltayı taşa vuracağa benziyor ki, bu durum Liverpool’un önümüzdeki bir 5 yılına mal olabilir.
Sonuç olarak, takımın yıldızı Luis Suarez’in sezon başındaki ayrılışının ardından ortaya çıkan acı gerçek, Liverpool’un kadrosunun rakiplerine kıyasla daha düşük kalitede olduğu. Lucas Leiva, Kolo Toure, Brad Jones, Glen Johnson, Jose Enrique, Joe Allen, Fabi Borini gibi oyuncular asla Premier League’de ilk 4’e girecek bir takımın elemanları değil. Brendan Rodgers bu oyuncuların birçoğunu birden sahaya sürdükçe, hem takımdaki zayıflık ortaya çıkıyor, hem de alınan sonuçlar hiç de iyiye gitmiyor.
Son olarak değinmek gerekirse, sezon başında yıllardır kulübe hizmet eden Daniel Agger kalitesinde bir stoperi henüz 29 yaşındayken 4m gibi komik bir fiyata gönderip, yerine 25m euro’ya ondan daha kötü bir oyuncu olan Dejan Lovren’i almak, da başlı başına diğer bir skandal karardı. Hele ki, Kolo Toure gibi ağırlaşmış ve yaşlı bir stoperi takımda tutup, Daniel Agger gibi tam olgunluk yaşında ve mücadeleci bir defans elemanını takımdan göndermenin mantıklı bir açıklamasını görmek oldukça güç. Bu gibi majör transfer hataları bu sezon gerçekten de Liverpool için büyük handikaplar oluşturdu.
cem.sipahi@abcspor.com