İlk yazıda konuya kısaca bir giriş yapmış ve e-bilet uygulamasının yurtdışındaki örneklerine kısaca değinmiştik. Tüm ülkelerde e-bilet sisteminin uygulanış gerekçesi (Türkiye’deki gibi) statlardaki şiddeti ortadan kaldırmak olarak sunuluyor. Benim iddiam ise statlardaki şiddetin küreselleşmenin bir yansıması olduğu tezine dayanıyor. Aslında işin özü: filler tepişiyor, çimenler eziliyor.
Madem ki statlardaki şiddet engellenmek isteniyor, o halde öncelikle babalarımızın “bizim zamanımızda böyle şeyler olmazdı” sözünü bir açalım. Yani, neden her geçen gün şiddet tırmanıyor ve e-bilet uygulamasına ihtiyaç duyuluyor, bunu deşmekte fayda var.
Hep söylenegelmiştir, küreselleşme ulus-devleti yok etti, yerel kimlikler ön plana çıktı diye. Peki, bu nasıl oldu? Çok kısaca özetlemekte fayda var. Ulus-devlet sanayi devriminin örgütlenme biçimiydi. Ancak, özellikle iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesiyle sanayi ötesi çağa geçtiği varsayılan toplumlarda ihtiyaçları karşılamaktan uzak kaldı. Tabii bu 100 metre yarışına herkes başlangıç noktasından başlamadığı için bazı toplumlarda küreselleşme sömürünün yeni adı oldu.
Bu geri kalmış toplumlarda yaşayan insanlar, daha iyi yaşam koşulları sağlayabilmek amacıyla, “küreselleşebilen” ülkelere doğru göç ettiler ve bu ülkelerde bir “göçmen sorunu” doğdu. Diğer taraftan “küreselleşemeyen” ülkelerde ise, küreselleşmenin bir sömürü düzeni olduğu ve ulusal kültüre ait öğeleri yok etme amacı olduğu algısı oluştu ve yerel köktenci anlayışlar güç kazandı. Dolayısıyla, küreselleşme, ulusal kimlik ve yabancı düşmanlığı üç ana faktör olarak karşımıza çıkıyor. Bu üç ana faktörün en somut halini bulduğu alan ise futbol.
Futbolun ilk ortaya çıktığı dönemlerde oyun işçi sınıfına aittir. 1870’li yıllarda maç biletlerinin satılmaya başlanması futbol tarihinin en büyük yeniliklerinden birini oluşturur. Zamanla dernek örgütlenmeleri, kulüplerin işveren hale gelmesiyle, yerini ticari örgütlenmelere, ilerleyen dönemin profesyonel şirket kulüplerine bırakır. Bu bağlamda küreselleşen kulüpler, küreselleşen şirketlere dönüşüyor ve kapitalist rekabet koşullarında kendi paylarına düşen rolü oynuyorlar.
Tabii ki bir kulübün rekabetçi bir şirket olabilmesi için bir de rekabetçi pazara ihtiyaç vardır. Pazarı oluşturacak olan şey talep, talebi oluşturacak olansa taraftardır. Maç biletleri, televizyon yayını, lisanslı ürün gibi gelir kaynakları seyirci-taraftar kitlesinin talebine arz edilen bir piyasanın ürünleri olarak ortaya çıkıyor. Tabii, burada taraftar tanımı da müşteriden farklı olarak devreye giriyor.
Herhalde hiç birimiz çok sevdiğimiz için sadece x marka ürünler alıp, y markanın ürünlerini durduk yere kötülemeyiz. Ancak taraftar bu noktada tanım olarak takımın amatörlüğünü ruhunda taşımak suretiyle takımını sonsuzluğa ulaştıran “cefakâr” bir dava adamıdır. Buna en yakın ve güzel örnek geçen sezonki Beşiktaş taraftarı olarak gösterilebilir.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi futbol pazarının “müşterisi” olan taraftarlar, kimliksel aidiyetlerin günümüzde en ateşli biçimde ifade edilebildiği alan olan futbol karşılaşmalarının ana aktörleri olan kulüplerdeki şiddetin de baş aktörleri konumundalar. Zira, bu “müşteriler” tamamen işçi sınıfına mensup olmasalar da, çoğunluğu üretim araçlarını elinde bulunduran sınıfa dahil değil ve küreselleşmenin getirdiği (özellikle iletişim alanında) bazı tüketim nimetlerini ziyadesiyle kullanıyorlar. Ancak, bu tüketim malzemelerini satın alabilmek için ihtiyaçları olan parayı çok yüksek oranda borçlanarak elde ediyor ve sistemin içerisine kendi elleriyle hapsoluyorlar.
Bu yeni tip insan modelinin dört bir yandan kuşatılmışlık hissinin benliğinde oluşturduğu enerjiyi atabileceği yerlerden biri de stadyumlar. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, bu kadar “cefakâr” insanlar gönülden bağlı oldukları takımlarına başarılı olma ve kendilerini mutlu etme görevini atfediyorlar. Takım taraftarını mutlu etme görevini yerine getiremezse de taraftar buna tepki koyuyor.
Tabii ki bu durum taraftarın müşteri görevini yerine getirmesini isteyen ve futbolu taraftarların sevdiği oyun olmaktan çıkarıp bir tür yeni nesil “afyon” haline getirmek isteyen küreselleşme taraftarlarının çok hoşuna gitmiyor. E-bilet gibi uygulamalar da bu sebeplerden ortaya çıkıyor.
Oldukça detaylı bir konu olan küreselleşme – futbol ilişkisini birkaç paragrafta anlatmaya çalıştım. Bir sonraki yazıda tribünlerdeki şiddetin yeniden üreticisi olarak medyayı kısaca ele almaya çalışacağım. Böylece e-bilet uygulamasının sebeplerini ortaya koyup, sistemi daha oturaklı bir şekilde değerlendirebileceğiz.