KAYIP SEZON
Galibiyete ulaşılamayan son Başakşehir ve Genk maçları skor olarak Beşiktaşlıları üzse de, yeni bir oyun anlayışının sinyallerini vermesiyle bir nebze umutlandırmıştı. Özellikle Genk deplasmanında skorun da bulunmasını sağlayan tam saha pres anlayışının uygulanabiliyor olduğunu görmek, bu planın ligde daha da iyi işleyebileceğini düşündürmüştü. İçerde oynanacak Sivasspor maçında da rakibi boğmayı hedefleyen bu baskılı futbol tarzının uygulanmasını ve tribünlerin de desteğiyle üstünlüğünü kabul ettirerek kazanan bir Beşiktaş izlemeyi beklemiştik.
Bu beklentilerin hiçbiri karşılanamadığı gibi, hem skor hem oyun olarak adeta çöküş yaşayan bir takım gördük! Bugüne kadar rakiplerinin de kötü gidişatı sayesinde ite kaka gelinmiş ve geleceğe dair ümitler büyük bir iyimserlikle taze tutulmaya çalışılmıştı, ama bugün itibariyle teker patladı ve maalesef bu sezonun artık kayıp sezonlar hanesine yazılacağı netleşti.
Sakat Karius ile Adriano ve cezalı Medel’in yokluğunda Şenol Güneş çıkabileceği en iyi 11’i çıkartmıştı aslında sahaya. Ama o en doğru kadroyla bile içler acısı hallere düşen bir Beşiktaş izledik. Hangi birini anlatsa bilemiyor insan bu tip zamanlarda, neresinden tutsan elinde kalıyor.
Kaledeki Tolga adlı kaleci olduğu zannedilen ama aslında alakası olmayan, buna rağmen Beşiktaş gibi büyük bir takımda oynayabilen, hatta 1. kaptanlık görevi teslim edilen bir adamı mı anlatalım?
Defansın solundaki sırf rakibinde iyi bir sezon geçirdi diye kariyerinin geneli hüsran olan, aldığı topların yüzde seksenini rakiplerine teslim eden, uzun oynamak ve orta yapmak dışında hiçbir meziyeti olmayan, hepsinden öte karakteriyle de bu formaya asla yakışmayan Caner’e mahkum kalınmasından mı dem vuralım?
Orta sahada yıllardır büyük ümitler bağladığımız ama iki yıldır her geçen gün daha da kötüye giden ve gün itibariyle artık bitik bir duruma ulaşan, son yılların en büyük hayal kırıklığı Oğuzhan’dan mı bahsedelim?
Bu sezona kadar takımın en büyük silahı olan ama sezon başından beri her maç daha dibe vuran, kafasını yerden kaldıramayan sıradan bir oyuncu haline dönüştüğünü inanamayan gözlerle izlediğimiz Babel’i mi anlatalım?
Yoksa takımın reisi havalarıyla taç çizgisine yapışıp eli belinde top bekleyen, her duran topa sanki bir duran top ustasıymış gibi el koyarak daha iyi kullanabilecek Ljajic gibi bir oyuncuyu defeden, artık miyadi dolmuş Quaresma efendiden mi söz edelim?..
Takımın önceki üç sezonunda ligde ve Avrupa’da elde ettiği başarılarda büyük payı olan Gomez, Sosa, Olcay, Marcelo, Tosic, Aboubakar, Talisca, Cenk, Fabri gibi isimlerin birini bile elinde tutamayan; hiçbir oyuncu satılamaz değildir pozları takınıp, giden oyuncuların hiçbirinin yerini doğru şekilde dolduramayan yönetim gelinen bu noktanın başlıca sorumlusudur. Ama tüm sorumluluğu yönetime atmak da doğru değil. Bu kadro yeterli olmayabilir, ama kendi sahasında Sivasspor gibi düşmemeye oynayan bir takıma ezilecek bir kadro da değil. Şenol Güneş hocamız belli ki artık misyonunu tamamlamış ve bu takıma verecek fazla bir şeyi kalmamış.
Şahsen ben kendisinin takım üzerinde Quaresma kadar bile sözünün geçmediğini düşünmeye başladım! Bu takıma Adem Ljajic diye İtalya liginde bir yığın frikik golü atmış, Buffon gibi bir kaleciye nerdeyse orta sahadan gol atabilmiş yetenekte bir oyuncu transfer edilmişken, hayatında frikik golü atmamış Caner ve nadiren denk getirebilen Quaresma’nın her frikik atışında topun başına gelip Ljajic’i “hadi bakayım sen ikile” diyerek uzaklaştırmaya cesaret edebildikleri bir vaziyette kimse bana Şenol hocanın bir ağırlığı kaldığından söz etmesin! Yok eğer bunlar hocanın onayladığı işlerse zaten durum çok daha vahim demektir…
Kulübü çok kötü yöneten başkan ve yönetim hocanın işini her geçen sezon daha da zorlaştırmış olabilir, ama bir yıl içerisinde bu kadar ağır bir düşüşün faturası -kusura bakmasın- hocaya da yazar!
Yönetim ve hocanın üzerine tüm faturanın yıkılıp, futbolcuların temize çıkartılacağını düşünenler de yanılıyor tabii. İki sezon şampiyon olunup, istedikleri dolgun sözleşmeleri aldılar diye iyice kendini seren, kredileri hiç bitmeyecek zanneden bazı oyunculara ve transfer edildiklerinden beri takım bir şey vermeyen ne kadar isim varsa hepsine oynadıkları kulübün büyüklüğünün hatırlatılması zamanı geldi de geçiyor. Beşiktaş taraftarı hiç kimsenin verdiği emeği karşılıksız bırakmaz, ama giydiği formanın kıymetini bilmeyene haddini bildirmekten asla gocunmaz, kim olursa olsun.
Beşiktaş camiasının artık gerçekçi olup, denizin bitmiş olduğunu kabullenme zamanıdır. Kulübün yönetiminden teknik heyetine, oyuncu kadrosundan malzemecisine kadar topyekün bir yenilenmeye ve yapılanmaya ihtiyacı vardır. Alınan gündelik başarılar ve yakın zamanda kazanılabilecek olası bir derbi galibiyeti de kimseyi aldatmamalıdır. Eğer bu sezonla beraber yeni sezonların da kaybolması istenmiyorsa ilk iş sezon sonu beklenmeden olağanüstü kongreye gidilmesidir. Hoca ve futbolcu yapılanmasının da yeni bir yönetimle yapılması gerekmektedir. (Aynı başkanın sırf bir iki kişinin ayağını kaydırmak amacıyla yalandan yönetim yenilemesi değil, yeni bir başkan ve doğru bir yönetim kadrosunu kastediyorum) Mevcut yönetimin bu noktada doğru kararları alabilecek bir basiretinin kalmadığı aşikardır…
Dipnot: Bu gece için geleceğe dair ümit beslenebilecek tek şey genç Güven Yalçın’ın performansıydı. Attığı güzel gol ne yazık ki bir şey kazandırmadı, ama kendisine güvenilip arkasında durulduğu takdirde önümüzdeki yıllarda bu kulübe çok şey katabilecek potansiyelde olduğunu taraftarlara göstermiş oldu.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: olcay.nurlu@abcspor.com
twitter: @olcynrlu