1960 Roma dendiğinde 3 siyahi sporcu damga vurmuştu tarihe..
Çıplak ayakla koşup Dünya rekoru kıran ve Olimpiyatlarda ilk kez bir siyah Afrikalının altın kazandığı, Etiyopyalı maratoncu Abebe Bikila, 18 yaşında yaşadığı şampiyonlukla spot ışıklarını üzerine çeviren ve tarihin en büyük boks efsanesi olacak Muhammed Ali (Cassius Clay) ile yazımızın kahramanı; 3 Altın Madalyalı atlet Wilma Rudolph.
Her sporsever ilk meşhur siyahi atlet sorusuna tek bir ağızdan; 1936 Berlin ve 4 altın madalyalı Jesse Owens diyecektir ama aynı soruyu kadınlar için sorduğumuzda belki birçoklarının duymadığı bir isim Wilma Rudolph..
1960 Roma Olimpiyatlarında 3 altın madalya kazanan efsane atlet (100-200 metreler ve 4×100 bayrak yarışı), sadece podyumun tepesine çıkmakla kalmayıp, üç altını da ayrı ayrı rekorlarla süslemişti bundan tam 58 sene öncesinde..
Spor hayatından önce, filmlere konu olacak bir doğum ve buralara geliş hikayesi var ki; babasının iki evliliğinden olma çocuklarla beraber 20+ nüfuslu bir aile ve de yoksulluğun pençesinde erken doğumla (23 Haziran 1940), dünyaya gözlerini sadece! 2 kilo olarak açan birinden bahsediyoruz.
Baba ailesini geçindirmek için hammallık yapan, anne de başka evlere temizliğe giden ebeveynler.. Daha kendileri çocuk ve bakıma muhtaç yaşlardayken, yani abi-ablaları da onun bakımından sorumlu kişiler.
Henüz küçücük bir çocukken geçirdiği (4 yaş) çocuk felci neticesinde sol bacağı felçli kalmış ve yıllar süren fizyoterapi-masaj sonrasında yardım almadan yürüyebilecek hale gelip, 11 yaşına kadar bacağında metal protezle-bastonla yaşamasından tutun, 1001 hastalık ve sefaletin pençesinde adeta “Tanrının seçip koruduğu” biri olarak devam etmişti hayatına..
Ve sporu bıraktığı 1963 sonrasında da köşesine çekilmeyip, ırkçılık, kadın-erkek eşitliği ve insan hakları üzerine yarışmaya devam etmiş, hayata Brentwood, Tennessee’deki evinde beyin tümörü yüzünden gözlerini yumduğu 12 Kasım 1994 tarihine dek, özellikle kendi renkdaşları için adeta ilham perisi gibi, rol model bir 54 sene yaşamıştı Amerikalı efsane..
Lisede inanılmaz hızından dolayı “The Skeeter” lakabına sahip atlet, lise zamanlarında ilk olarak basketbola başlamış ve uzun bacakları-sürat- çevikliği nedeniyle o zamanlardaki bir basket maçında hakemlik yapan Ed Temple’in dikkatini cekiyor ve O’nun sayesinde hayatı değişiyor. Aynı zamanda Tennessee State üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve atletizm antrenörü olan bu spor adamı, belki de efsanenin yaratıcısı olarak tarihe geçiyor.
Aslında lisenin son yılında, 25 maçta 803 sayı atarak (hatta bir maçta attığı 49 sayı ile lise eyalet rekoru kırmıştı) basketbolcu olarak kalsa bile çok meşhur olacağını yani spor için yaratıldığını göstermişti seyredenlere..
Yaşaması çok zor, yürümesi imkansıza yakın, koşması ise imkansız denen kız, 16 yaşındayken Melbourne Olimpiyatlarına katılmış, 1001 peri masalını çöpe atacak bir hikayeyle katılmakla kalmayıp, bir de o genç yaşta bronz madalya (4×100 bayrak) kazanmıştı ki, bu başarı belki de 4 sene sonraki tarihi başarının ilk habercisiydi tüm dünyaya..
Wilma Rudolph 1960 Roma Olimpiyatları’nda
1960 Roma öncesi, otoritelerce zamanın 200 yarışındaki en önemli Avrupalı kadın sprinteri olarak gösterilen “geçilmez” lakaplı Alman Jutta Heine favoriydi ama 24.00 saniyelik derece ile kazanan o olmuştu (ilk turda 23.2 saniye ile Olimpiyat rekoru kırarak).
Aslında 100 metreyi de net 11 saniyede koşarak tüm spot ışıklarını üzerine çevirmişti ama esen şiddetli rüzgar nedeniyle bu derece resmi rekor olarak kabul edilmemişti.
Hele Alman rakibesi ile O’nu 2.kez karşı karşıya getiren 4×100 bayrak yarışında, bayrağı burun farkıyla geride almasına rağmen inanılmaz bir deparla yakalayıp final çizgisinde neredeyse 3 metre geçmesi, film karelerinde bile “yok artık o kadar da değil” dedirten bir anıydı izleyenlere..
1960’ın 3 Altın kazanan tek ismi olurken, tarihe de bunu başarabilen ilk Amerikalı kadın atlet olarak geçiyordu siyahi atlet.. Ondan sonra üçleme yapabilen ilk Amerikalı, anca 28 sene sonra 1988 Seul’de bir başka efsane Florence Griffith Joyner olabiliyordu.
Amerikalılarca “The Tornado”, Fransız gazetelerinde atılan La Perle Noire (siyah inci), İtalyanlarca “La Gazella Negra” (siyah ceylan) başlıkları onunla özdeşleşen lakaplar olmus ve bir anda ülkenin medarı iftiarı konumuyla zamanın başkanı John F. Kennedy tarafından resmi olarak beyaz saraya bile davet edilmişti. Hatta doğduğu yerde onun adına bir heykel yapıldı ve adı bir caddeye verildi.
Kendisi bir anda tüm kafilenin önüne geçmiş ve herkes onun peşindeyken; kazandığı 3 altın madalya içinde hangisi seni çok en çok sevindiren oldu sorusuna verdiği “4×100 bayrak yarışı çünkü takım arkadaşlarımla beraber kutlayabildiğim için” diyerek gönülleri de fethedip, arkadaşları Martha Hudson, Lucinda Williams ve Barbara Jones’u onore etmeyi de unutmamıştı.
1964 Olimpiyatları konusunda kararsızdı ve kendini eski gücünde görmüyordu. Yine kendi sözleriyle “akıl sağlığını koruyabilmek için” aldığı zirvede bırakma kararıyla, 1963 yılında amatör atletizmden emekli oldu, üniversite eğitimini bitirdi ve hem okul öğretmeni hem de atletizm koçu olarak sporun içinde kalmaya ve tam bir aktivist olarak yaşamaya devam etti.
1977’de ‘Wilma: The Story of Wilma Rudolph‘ adıyla otobiyografisini yayımladı ve bu kitaptan yola çıkılarak aynı sene içinde bir filmi çekildi (Denzel Washington’un ilk filmi-lise aşkı, ikinci eşini oynamıştı).
Amerika’nın hemen her yerinde verdiği konferanslar, Berlin Duvarı’nın yıkılışı kutlamalarına katılması, yaşadığı şehirde spor kliniklerinin kurulması ve yönetilmesine yardım etmesi, üniversite atletizm takımlarına danışmanlık yapması ile amatör atletleri yetiştirme amaçlı kurduğu Wilma Rudolph Vakfı “ona göre kazandığı madalyalardan da önde gelen en büyük başarısı” onu pistler dışında da ölümsüz biri yapmıştı.
Bu arada iki kez evlendi ve iki kız, iki oğlan toplam 4 çocuk sahibi..
Biografisini okumamış olanlarla, filmi seyretmemiş sporsevelere şiddetle tavsiye ediyorum.. Hatta sadece sporsever değil, her insanın okuyup seyretmesi, kendisine 10’larca hayat dersi çıkartacağı bir yaşanmış hikayedir, tam ismiyle Wilma Glodean Rudolph’un 54 senesi..
Fazla uzatmadan; hayatta en önemli şeydir umut. Hayal etmekten asla vazgeçmeyin sözünün belki de tam karşılığı idi Amerikalı atlet.. Tarihe geçmiş “doktorlar bana hiçbir zaman yürüyemeyeceğimi söylerken, annem yürüyeceğime inanıyordu. Ben anneme inanmayı seçtim.” sözü, sadece spor özelinde değil, her insan hayatı için o kadar değerli ki..
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: burak.belgen@abcspor.com
twitter: @BurakBelgen