CENNETE KANAT AÇAN KANARYALAR -9
FENERBAHÇE FORMASI KEFEN Mİ OLDU SANA??
HÜSEYİN ÇAKIROĞLU
(1957-1986)
genç yaşta bu dünyadan
göçüp gittin Hüseyin
bizleri acılara atıp gittin Hüseyin
ne sen bizlere doydun
ne de doyduk biz sana
Fenerbahçe forması
kefen mi oldu sana?
bu taraftar seni asla unutmayacak
kalbimizde ki sevgin
ebediyen kalacak…
Bu bir trübün marşı değildir. Bu bir ağıttır.
Vefakar Fenerbahçe taraftarının 28 yaşında yitirdikleri ve çok sevdikleri futbolcuları Hüseyin’e yaktıkları ağıttır.
Hani bir trübün şarkısı var ya yıllardır söylenen, mehter marşı ezgisiyle?
Almanyanın Hamburg’u na / İtalya’nın Roma’sına / Fransa’nın Bordeaux’una /
Şampiyon Fener yazacağız diye.
Göklerdeki yıldızlara, baldan tatlı baldızlara, evde kalmış kart kızlara diye de devam eder.
Hamburg ne ayak demeyin. Hamburg dönemin Almanya şampiyonu.
Bordeaux da Tiganalı, Giresse’li, Lacombe’lu, Batiston’lu Avrupa şampiyonu.
Boru değil yani!
İşte O Fransa’nın o Bordeaux’suna Şampiyon Fener yazdıran kahramanlardan biri de, belki de en baş kahramanıydı Hüseyin!
Türk futbolunun Avrupa takımları karşısındaki ezik yıllarıydı. Hani şu şerefli mağlubiyetler dönemi.
Fenerbahçe şampiyon kulüpler kupasında Bordeaux ile eşleştiğinde hiç kimse Fenerbahçe’ye şans tanımıyordu.
Bırakın şansı Fenerbahçe Fransa’dan şerefli bir mağlubiyetle ayrılsın yeter diyorlardı.
Fenerbahçe o gün tüm dünyayı şok etti..Ajanslar dünyanın bir çok yerinde Flash Haber olarak geçtiler.
Fenerbahçe deplasmanda 3-2 kazanmıştı.Rakip yıldızlar topluluğu, Avrupa şampiyonu Bordeaux idi.
O maçın 3 kahramanı, 3 yakın arkadaş, güzel oyunlarını birer golle süslediler. Selçuk Yula, Şenol Çorlu, Hüseyin Çakıroğlu.
Allah Şenol Abi’mize uzun versin, Selçuk’la, Hüseyin aramızda değiller maalesef.
Hüseyin hem çok iyi bir futbolcu, hem bir entellektüel, hem de bir kitap kurduydu. Bayılırım Rus edebiyatına. Her röportajında dile getirirdi.
1984 yılında transfer döneminin gözdelerinden biri olarak bir diğer Gaziantepsporlu futbolcu Tuğrul Duru ile birlikte Fenerbahçe’ye transfer oldu. Sarı-lacivertli takımdaki ilk senesinde Türkiye Ligi, Cumhurbaşkanlığı Kupası ve Donanma Kupası şampiyonlukları yaşadı. 12 Haziran 1985 tarihinde Fenerbahçe’nin Galatasaray’la oynadığı Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında, 81. dakikada attığı golle son 10 dakikaya 1-0 geride giren Fenerbahçe’yi beraberliğe taşıdı ve kupanın kazanılmasında büyük pay sahibi oldu.
Çakıroğlu 78 kez giydiği Fenerbahçe formasıyla 24 gol attı. “Sarı” ve “Doktor” lakaplarıyla anıldı. Ayrıca, 12 Mart 1986 tarihinde kadar 14’ü A, 4’ü de Ümit millî takım olmak üzere 18 kez milli oldu.
Hem Fenerbahçe’nin hem Türkiye Milli Takımı’nın göz bebeğiyken, daha uzun yıllar futbolunun doya doya izleneceği düşünülürken, bacağında yavaş yavaş büyüyen bir ben fark edilir. Alınan ben kötü huyludur, üstelik vücuduna yayılmıştır. 1986 yılının Ekim ayında Türkiyeli futbolseverler duyduklarına inanmak istemezler, haberi alan futbolcu arkadaşları Hüseyin Çakıroğlu’nun evine koşar, herkes perişandır. Beşiktaşlı Metin kapının önüne kadar gelir ama yukarı çıkamaz, “Tutamam kendimi, ağlarım” der. Yugoslavya deplasmanına doğru yola çıkmış olan Milli Takım arkadaşları tutamazlar kendilerini, ağlaya ağlaya oynarlar o maçı.
Bakın Sarı Hüseyin’in kardeşi nasıl anlatıyor Ağabeyi Hüseyin’i ve O günleri:
“Ben ağabeyime doyamadım,” diye başlıyor Haluk Çakıroğlu ve devam ediyor:
– “Ben 18 yaşına geldiğimde, Fenerbahçe’ye transfer olmasıyla kavuştum ancak ağabeyime. On yılı gurbette geçti. Ağabeyim vefat edeli neredeyse 20 yıl oluyor ama ne zaman tanımadığımız bir ortamda konu futbola gelse, tesadüfen ‘Rahmetli Hüseyin’in kardeşiyim’ dediğim zaman, Galatasaraylı ve Beşiktaşlı bile olsa karşımdaki insanlar ağlamaklı oluyor. Tanıyorsa, yaşı müsaitse adamın şekli değişiyor. Çoğu gençler tanımıyor çünkü. Beşiktaşlısı, Galatasaraylısı, Trabzonlusu hepsi iyi anıyorlar ağabeyimi. Herkes tarafından sevilen bir yapısı vardı rahmetlinin.
Ölüm haberini aldıklarında Milli Takım Yugoslavya deplasmanına doğru yola çıkmış. Şenol ağlaya ağlaya maça gidiyor mesela, hepsi perişan oluyorlar. Çok insancıldı, çok mütevazı, duygusal, ince ruhlu bir insandı. Futbolcuların kültür seviyesi biraz daha düşüktür örneğin basketbolculara nazaran. İstisnai tiplerden biriydi rahmetli. Kitap okumayı severdi, tüm klasikleri alır ve okurdu. Rus yazarları, Dostoyevski’yi severdi mesela. Arkadaşlarına da dikkat ederseniz düzgün insanlardır. Mesela Şenol Çorlu yapı olarak sakin, kültürlü bir insandır; en iyi arkadaşı da oydu zaten.
O dönemlerde gece hayatı haberleri meşhurdu; hiç öyle bir şeyi yoktu mesela. Bayan arkadaşı vardı, zaten sözlülerdi. Ama evlenmek kısmet olamadı. Sağ bacağının iç kısmında bir beni var, fotoğraflarında da gözükür. Ben, yavaş yavaş büyüyor. Masör masaj yaparken eline falan takılıyor. ‘Ağabey bunu aldıralım’ falan diyor. O da önem vermedi, biz de öyle. Kaya Çilingiroğlu’na gönderiyorlar; onun asistanı var, o alıyor beni. Aldıktan sonra yapılıyor tahlili. Habis çıkıyor, oradan vücuda yayılmaya başlamış. O sıralar zaten idmandan geliyordu, ‘Çok yoruldum,’ diyordu ki normalde teknik olmasının yanı sıra çok da kuvvetliydi. Teknik oyuncunun gösterdiği dirençten daha fazla direnç gösteriyordu.
Bir anda hastalık tüm vücuduna yayılıyor. En son evde bir kriz geçirdi, sara krizi gibi. Ondan sonra götürdük Amerikan Hastanesi’ne ama iş işten geçmişti. Ağabeyimle ilgili hatıralarım hep güzellikler içerir. Sonuçta Derwall gibi Alman Milli Takımı’nda görev yapmış bir futbol adamının bile ilk bahsettiği oyuncu Hüseyin ise, bu az şey değildir diye düşünüyorum. Gaziantep’ten buraya Milli Takım kampına gelirlerdi, Tarabya Oteli’ne. Ben kampa giderdim, takım elbiselerini götürürdüm. Beni futbolcularla tanıştırırdı, örneğin Fatih Terim’le, Raşit Çetiner’le. Maçlardan sonra da konuşurduk. Mesela bir K. İrlanda maçı vardı, çok iyi oynamalarına rağmen deplasmanda 2-1 kaybetmişlerdi Belfast’ta. Onun dönüşünde altı oyuncuyu havaalanında askere aldılar, ağabeyim de dahil. Saçlarını kestiler, ondan sonraki maçta hepsi keldi. Bunları anlatırdı, çok hoşsohbet bir insandı.
Ama istediği kadar ne Fenerbahçe’yi ne Milli Takım’ı yaşayabildi. Biraz geç keşfedildi. Kayıbıyla hepimiz bir travma yaşadık. Ben Fenerbahçe altyapısından yetiştim, İstanbul dışına gidecektim. Gidemedim, çünkü büyük ağabeyim İskenderunspor’daydı. Hüseyin ağabeyim rahmetli olmuştu. Üstüne babam vefat etti, annemi bırakıp da gidemedim. Burada 3. Lig’de falan oynadım. Bu travma belki benim futbol hayatımı bile etkiledi. O zaman başkan Tahsin Kaya’ydı, sağolsun çok ilgilendiler. Kulüp çok ilgilendi, hiçbir mağduriyet yaşamadık. Tüm futbolcularla iyi arkadaştı. Büyük ağabeyim o zaman Uzunköprüspor’da oynadığı için hastanede bir gün annem, bir gün biz kalıyorduk yanında. Beşiktaşlı Metin, Rıza falan geldiler, çok severlerdi ağabeyimi. Hatta Metin çıkamadı yukarıya, ‘Tutamam kendimi, ağlarım’, diye. O söz konusu olunca sanki kulüpçülük kalmazdı ortada. Galatasaraylısı, Trabzonlusu, her kulüpten geldiler ziyaretine.”
Hasta yatağında verdiği son röportajda “Formamı, taraftarımızı ve Kadıköy’ü çok özledim” der. Biz de onu hep, ama en fazla ölüm yıldönümünün yaklaştığı günlerde çok özleriz.
Hakkını da teslim edelim, dönemin Fenerbahçe taraftarı hiç unutmadı Hüseyin’i. Yıllarca “Hüseyin ölmedi, kalbimizde yaşıyor” diye sloganlar atıldı, bez afişler asıldı stadyumlarda.
Yeni nesil bilmez. Onlara da öğretmek bizlerin görevi olsun.
Ama en önemli şeyden bahsetmedik.
Hastalığının durumunun ciddiyeti Fenerbahçe tarafından bilinmesine rağmen, sözleşmesi yenilenmiş ve kendisi birkaç ay sonra hayatını kaybetmiştir. Yeşil sahaların şu ülkede gördüğü en büyük vefa olaylarından biridir!
Bu gurur da Fenerbahçe taraftarının olsun.
Allah gani gani rahmet eylesin, nur içinde yat Doktor Hüseyin !