Dün akşam oynanan Şampiyonlar Ligi maçı Galatasaray’ın bu sezon için en kritik dönemeçlerinden biriydi. Kulüp iç sorunlarla çalkalanıyorken, bu maçtan alınacak olası bir galibiyet, çok önemli bir eşiğin atlanması demek olacaktı. Puan tablosuna bakınca, Anderlecht karşısında ekibimizin mutlaka galip gelmesi gerekiyordu. Hem Avrupa Ligi’nde devam edebilmesi, hem de Avrupa’da son 3 senede tekrar yükselen itibarını sürdürebilmesi için son derece önemli bir maça çıkıyordu Galatasaray. Genel tablo her ne kadar olumsuz gözükse de, bir çok taraftarın içinde son bir atılımla, yeniden düzlüğe çıkılabileceğine dair bir umut vardı.
Ancak, Galatasaray ne yazık ki, gözüktüğünden de beter bir çıkmazın içerisinde. Ligde 10 maçta elde edilen 19 puan, oldukça talihli sayılacak biçimde galip bitirilen Sivas, Fenerbahçe ve Karabük maçlarında işlerin, ite kaka da olsa, rast gitmesiyle beraber alınan 9 puan, bazıları için oldukça yanıltıcı bir tablo ortaya çıkardı. Gerçekte ise, lig üçüncüsü olmasına karşın -2 averajı olan takım, Avrupa’da da, 4 maçta 1 puan ve -10 averajıyla S.O.S. veriyordu.
Bakıldığında, takımın temel oyuncuları Muslera, Semih, Selçuk ve Burak Yılmaz uzun süredir son derece formsuzlar. Büyük beklentilerle transfer edilen Bruma ve Alex Telles, yabancı kısıtlaması ve maç eksiklikleri nedeniyle arada bir görev aldıklarında, istedikleri performanslarıı gösteremiyorlar. Sakatlıktan dönen Hamit Altıntop oldukça ağırlaşmış, yeni transferler Tarık Çamdal ve Olcan Adın ise kendilerini henüz kabul ettirememiş durumdalar ve oldukça bocalıyorlar. Chedjou, Umut Bulut ve Felipe Melo ile beraber vasatın üzerinde oynayan az oyunculardan biri olan Wesley Sneijder’in ise, aklı yedek kulübesine gönderilmesi ve yeni kontrat beklentisi nedeniyle karışık bir durumda.
Dolayısı ile tüm bu verilerin ışığında, beklentileri aşan ekstra bir performans olmaksızın bu maçı Galatasaray’ın kaybedeceği bekleniyordu ki, netice de bu beklentilerin uzağında kalmadı. Aslında, ilk yarıda 1-0 geriye düştükten sonra, 2. yarının ilk bölümündeki ekibimizin baskısıyla geçen periyotta atılabilecek bir gol, maçtaki tüm dengeleri değiştirebilir ve genelde genç oyunculardan kurulu Anderlecht’in paniğe kapılmasına neden olabilirdi. Ancak bu şartta dahi, çekirge bir kere daha sıçramış olacaktı ki, bu durum yine birçok kişiyi yanıltmaya devam edecekti.
Anderlecht takımının genel yapısını incelediğimizde, Galatasaray’a göre ağır basan en güçlü yanı kesinlikle kanatlarıydı. 4-3-3’ün genel ilke olarak benimsendiği Benelux ülkelerinin temel özelliği oldukça hızlı ve seri kanat oyuncularına sahip olmasıdır. Açıklar dripling ve orta kesme kabiliyetleri ile ön plana çıkarken, bekler de genelde ofansif görevler yaparlar. Galatasaray’ın ise en büyük problemi kanat pozisyonlarında yatıyor. Eboue’nin kadro dışı kalması sonucunda ortaya çıkan sağ bek problemi ve yabancı katsayısı kuralına takılan Alex Telles’in maç eksikliği ekibimizin gücünü oldukça azaltıyor. Üzerine bir de, Prandelli’nin sürekli değişik formasyonlar ve dizilişler kullanmasıyla açık pozisyonlarının sahiplerinin belli olmadığı bir ortam Galatasaray’ı oynadığı her maçta zorluyor.
Tarık Çamdal, her ne kadar, modern bir hücum bekine dönüşmeye çalışsa da, fizik olarak çok zayıf. Hakan Balta ise yapı olarak güçlü olsa da, bek oynamak için çok ağırken, ideal bir sol stoper. Veysel Sarı taraftardan oldukça tepki çekti ve kadroda düşünülmüyor. Sabri’nin ismi ise UEFA’ya dahil bildirilmedi. Öte yandan, sağ açıkta görev alan isim sürekli değişirken, bu maçta tercih edilen Hamit Altıntop asla bir kanat oyuncusunun hız ve süratine sahip değil. Daha gençken dahi bu pozisyonda A Milli Takım’da daha çok defansif özellikleri nedeniyle tercih ediliyorken, sakatlıktan çıkmış ve yaşı ilerlemiş haliyle ancak orta sahanın merkez pozisyonlarında oynayacak kıvamda. Halbuki, sene başından beri, Anderlecht maçında tercih edilen 4-2-3-1 formasyonunda ısrar edilebilseydi ve kanatlarda Bruma ve Olcan Adın, beklerde ise Tarık ve Alex Telles sürekli forma giyseydi, ligde belki birkaç puan daha az kazanılabilirdi, ancak takımın geleceği çok daha parlak olurdu. Eldeki oyuncuların her birinin kendi orijinal pozisyonlarında çok daha fazla verim verdiği bilinen bir gerçek.
Ne yazık ki, Cesare Prandelli, benzer birçok İtalyan teknik adam gibi, asgari ölçüde risk alarak sürdürmeye çalıştığı sezonda, kısa vadede bir takım kazanımlar elde etse de, orta vadede tam anlamıyla çuvalladı. Transferin son döneminde hazırlık kampı geçirmeden gelen Goran Pandev ve Dzemaili transferleri ile beraber ise iş iyice çorbaya dönmüştü. Dzemaili ilk başta, Melo’dan başka defansif ağırlıklı orta saha oyuncusu olmayan kadroda, alternatif ön libero olarak mantıklı gözüküyor ise de, Prandelli’nin kendisini as oyuncuya çevirip, Felipe Melo ile birlikte oynatması büyük bir hataydı. Diğer yandan, Pandev, Olcan’la değişerek sol açıkta, ya da ters ayaklı olarak sağ açıkta forma giyebilirdi. Ancak, hem oyuncunun maç eksikliği ve fiziksel olarak hazır olmaması, hem de Prandelli’nin gelen ilk tepkilerle beraber bu oyuncuyu unutması, Galatasaray’ın kanatlardaki problemini daha da derinleştirdi. Benzer senaryo Yasin Öztekin için de yazılabilir. Eldeki oyuncular bunlar olduğuna göre, ısrarla oynatılarak form tutmalarını beklemek yerine, sürekli formasyonun değiştirilmesi, orta saha merkezine adam yığılması ve isimlerin sürekli değişmesi, durumu iyiden iyiye içinden çıkılmaz bir hale soktu.
Dün geceki maça dönecek olursak, oyunda dengeler henüz bozulmamışken Galatasaray ilk yarıda belirli bir süre boyunca oyunu orta sahada tutmayı başardı. Ancak yarının sonuna yaklaşıldıkça, Tarık ve Hamit’in oynadığı sağ kanat yavaştan çökmeye başladı. Aslında bir açık olan Frank Acheampong sol bekten sürekli bindirirken, önünde oynayan Ibrahıma Conte de aynı kanattan ekibimizin defans hattını aşındırıyordu ki, sonunda gölü getirecek akını yapmayı da başardılar. Her ne kadar, seken 2. topun içeriye geri gönderilmesiyle oluşan karambolde Mbemba kafayla topu ağlara gönderse de, sıfıra inilerek kesilen bu ortalar Anderlecht için her zaman çok önemli bir silahtı.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Galatasaray 2. yarıya ekstra bir şevkle çıkıp oyunu zorlasa da, tek önemli pozisyonunu Selçuk’un klasik olarak Burak Yılmaz’ı kaçırdığı anda buldu. Burak göreceli olarak iyi bir vuruş yapsa da gol gelmedi. Bu dakikadan itibaren ise, ekibimizin fiziksel olarak düşmeye başladığına şahit olduk. Hamit özellikle pozisyonunda sırıtırken, Selçuk ve Felipe Melo da, orta sahada genç rakiplerine karşın zor durumlara düşmeye başladılar. Nitekim Selçuk’un direnç gösteremeyerek kaptırdığı bir topta gelişen ani Anderlecht atağının ardından,hakeme yaptığı itirazla beraber 2. sarı kart ve kırmızı kart geldi. Çok beğendiğimiz bir oyuncu olan Selçuk İnan’ın kotrolü kaybedecek kadar sinirlenmesi ve bu hale düşmesi oldukça üzücüydü, keza pozisyonda kendisinin iddia ettiği üzere herhangi bir faul bulunmuyordu.
Ardından, sezon başından beri pek formda gözükmeyen Fernando Muslera’nın oldukça uzaktan gelen bir serbest vuruşta ceza sahasına sektirdiği topta tamamlayan Mbemba ikinci golünü atarken, maç ve Galatasaray’ın Avrupa hayalleri de bitmiş oluyordu.
Henüz daha geçen sene bambaşka bir tabloda seyreden Galatasaray’ın genel çizgisinin nasıl olup da bu derece negatif bir hale geldiğini anlamak gerçekten güç. Kulüp içi güç savaşları ve transfer yatırımlarındaki büyük hatalar sonucunda ortaya çıkan olumsuz mali tablonun Ünal Aysal’ın istifası ile sonuçlanması, sezon başı göreve getirilen Cesare Prandelli’nin yeni ekibine ve camiasına uyum sağlayamaması futbol takımının performansını git gide düşürdü. Prandelli her ne kadar sezon başından beri çok yanlış kararlar aldıysa da, en azından fiziksel olarak takımı bir seviye yukarıya çıkarabilirdi. Ancak bu da olmadı. Takım özellikle Avrupa’da mücadele edebilmek için gerekli olan enerji ve dirence kesinlikle sahip değildi ki, zaten sonuç da hüsran oldu. Bir önceki teknik direktör Roberto Mancini bu enerji ve direnç sorununu görmüş ve kulübe ümit vadeden genç oyuncular kazandırmak istemişti. Ancak, ne yazık ki bu oyuncuların dikkatle ve uzun süre seyredilerek seçilmesi gerekirken, geçen Ocak transfer döneminde aceleye getirilen transferlerin hem futbol anlamında bir geri dönüşü olmadı, hem de kadro oldukça şiştiğinden ötürü, büyük bir finansal yük de getirdi beraberinde.
Sonuç olarak, tüm bu karamsar tabloya rağmen, takımın ligi şampiyon olarak tamamlaması ve 4. yıldızı takması hem moralleri yerine getirir hem de finansal olarak büyük kazanımlar sağlar. Dolayısı ile, yeni yönetimin vakit geçirmeden radikal kararlar alması ve işi sürüncemeden kurtarması gerekiyor. İlk olarak Cesare Prandelli ile yolların ayrılması şart ki, taze bir kan ile ivme tekrar yukarıyı göstersin. Ardından, gelecek yeni teknik direktör çok özenle seçilmeli. Zaten sadece ligde mücadele edecek takımın başına yerli bir isim tercih edilmeli ki, bu ekonomik açıdan da, daha az maliyetli bir tablo ortaya çıkarır. Hikmet Karaman ve/veya Tugay Kerimoğlu oldukça mantıklı birer tercih gibi gözüküyor şu anlık.
Diğer yandan ise, mutlaka kadrodaki oyuncu sayısının 25 civarına çekilmesi lazım ki, ufukta da gözüken bu. Doymuş oyuncuların yerini tehdit edecek Birhan Vatansever, Sinan Gümüş, Emre Can Coşkun gibi genç ve yetenekli isimlerin A kadrosuna alınması da önemli bir itici güç olacaktır. Ayrıca, kadroda düşünülmeyen isimler, ara transfer döneminde takas yoluyla gönderilerek, para harcanmadan yeni 1-2 yerli oyuncu da kadroya katılabilir. Ümit Milli Takım’da görev alan Anadolu takımlarındaki genç oyuculara yönelmek iyi bir yatırım olabilir mesela. Yalnız, Galatasaray’ın ödediği maaşları verebilecek Anadolu kulübü bulunmadığı için, yine elden çıkarma işlemleri sırasında önemli meblağları gözden çıkarmak kaçınılmaz olacaktır. Yeni yönetimin kısa vadede ortaya önemli miktarda sıcak para koymasından başka bir çare bulunmuyor. Yeni teknik direktörü ve daralmış ancak daha motive hale gelmiş bir kadroyla beraber Galatasaray tekrar çıkışa geçebilir.