https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

FOSEPTİK

Okunması Gerekenler

FOSEPTİK

1994 yılı Ocak ya da Şubatı’nda trenden baktığında Amsterdam’da Ajax’a ait olduğunu düşündüğü bir tesisin yanından geçen 16 yaşındaki genç yan yana tenis kortu gibi dizilmiş minyatür sahalarda antrenman yapan küçücük çocukları izlerken kendi ülkesini aklından geçirmişti.

Futbol dünyasında o zamanların meşhur sözü “Ajax’ta çocuklar dört yaşında altyapı eğitimine başlıyor” bu sporla kıyısından köşesinden alakası olan herkesin zihninin bir köşesinde duruyordu. Bilincinin altına işleyen bu cümle gencin o anda aklına geldi. Adamlar ufacık çocukları alıp çayıra salıyor bizde dört yaşındaki çocuk nelerle uğraşıyor diye düşündü ve tren yolculuğuna devam etti.

Bu yolculukta yaşanan durumun öznesi olan bendeniz aslında 1993-1994 sezonunda ilk Hollanda etkisini o anda yaşamıyordu. Galatasaray’ın Manchester United zaferini yaşadığı dönemde Beşiktaş’ın Ajax ile oynadığı Kupa Galipleri Kupası eleme maçlarında karşılaştığımız oyun bize seviyemizi göstermesi açısından önemli bir kilometre taşıydı.
10 tane altyapı oyuncusu ile ilk maçta, 8 tane altyapı oyuncusu ile ikinci maçta Beşiktaş karşısına çıkan Ajax özellikle 0-4 sona eren rövanş maçında bir sene sonra finalde Milan’ı yenerek CL’yi alacak takımın ilk işaretlerini veriyordu. O takım 1994 Kupa Galiplerinde finalist Parma’ya elenecek ama 1995’te son şampiyon Milan’ı geçerek CL’yi kazanırken bir sene sonra da penaltılar sonucunda CL finalinde Juventus’a geçilecekti. Viyana’da CL’yi kazanan finalde sahada yer alan 11 oyuncu altyapıdan direkt oynayan oyunculardı.
Ajax, 1970’lerin başında Rinus Michels ile bir devrimi başlatmış, Cruyff ve tayfası ile damaklarda hala tadı dinmeyen total oyunu sahaya yansıtmış ve bu disiplinin günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. 2019 yılı CL yarı finalinde Lucas Moura şapkayı tavşan çıkarmak için kullanmasa birçoğu üniversite öğrencisi yaşındaki Ajax takımı Madrid’deki finale Liverpool karşısına çıkacaktı. Ajax’ın bu yürüyüşü ekol ya da disiplin dediğimiz öğretinin üzerinden 50 yıl geçse de bir şekilde, bu ruhun farklı hocalar ve oyuncularda kişilik bulabildiğinin çok önemli bir kanıtıydı.

Hollanda aslında hayata bakış açısı ile Avrupa’nın bile birçok ülkesinden keskin hatlarla ayrılıyor ve bu sebepten, herkesin mutlaka örnek alması gerekir diye bas bas bağırdığı Ajax ve Hollanda modeli ülke dışında Barcelona haricinde pek çalışmıyor. Nice yönetimler, hocalar ve sporcular geliyor geçiyor; altyapı hamleleri, Ajax modelleri ihtiva eden vaatler havada uçuşuyor ama bütün rüyalar elde var hüzün diyerek bitiyor.

Belli ki adamların futbol kültürü sadece yeşil sahayı değil akademik ve sosyo-kültürel hayatlarını da içeren bir disiplin olarak çocuklara daha 4-5 yaşlarındayken enjekte edilirken, diğer kültürlerde bu öğreti eğreti duruyor.

Türkiye’yi örnek verecek olursanız; altyapı sahalarında ve taktik odalarında ne kadar Ajaxcılık oynarsanız oynayın, o çocuklar dışarı çıktığında sosyo-kültürel olarak Türkiye şartlarını ve havasını soluyorlar. Bu da neden sonuca ulaşılamadığının en önemli sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Ajaxcılık oynamayı detaylandırmak gerekirse total futbolun tüm evrelerini, oyuna bakış açısını, amacını ve bunun sonunda varılmak istenen bireysel ve kolektif gayeyi kapsar diye genel bir yorum yapabiliriz.

Şimdi bunu herhangi bir Türk takımının akademi idman sahasında ufacık çocuklara anlattığını, yazıp çizdiğini farz edelim. Gözlerimizi kapatınca hem kulağa hem de beyne hoş geliyor ama bu çocuklar tesislerden dışarı ilk adımını attığında onları bekleyen hayat ise çeşitli aktörlerden oluşuyor.

Futbolun f’sinden bihaber yöneticiler, spor kültüründen nasibinin almamış ve sürekli başarı isteyen taraftarlar, kendimi nasıl kurtarırım ve daha yukarıya kapak atarım modundaki antrenörler, sporcu olmayı ilah olmak zanneden kaşar topçular, bir avuç dolar için ruhunu satmaktan herhangi bir beis duymayan ulu bir medya ve uzantıları, teknik ve mantık olarak kendi işvereni olan halka yukarıdan bakan ama oy istemeye geldi mi spordan nemalanan bir siyaset anlayışı ve bence en dramatik olanı da kendilerini geçim kaynağı ve içinde bulundukları hayattan yırtma aracı olarak gören ailelerin içine atıyorlar adımlarını.
Böyle bir ortamda o çocuklar aziz bile olsa Türk topçusu kıvamına çok hızlı bir şekilde dönüveriyor. Parmakla gösterdiğin Altınordu’dan çıkan adamın bile karakter menzili 2-3 sene sürüyor ve iş paraya gelince bir anda şark zihniyetinden medet umabiliyor.
Çocukların yetiştiği atmosferin sıkıntılarından bahsederken hayal edilen sistemin oturtulmasında bir diğer faktör olan altyapı hocalarının kalitesini ve mentalitesini de incelemek gerekir diye düşünüyorum. Yıllardır yazıp çizdiğim noktalardan bir tanesi ülkedeki yarışmacı antrenörlerin belirli bir kariyer seviyesine ulaştıktan sonra yetiştiriciliğe dönmesi hususu idi. Maddi ve manevi tatminini tamamlamış hocaların tüm mental birikimlerini torunları yaşındaki çocukların eğitiminde kullanabilmesi altyapının değer yaratabilmesi için önemli bir faktördür. Aksi halde asgari ücretin biraz üzerine çalıştırılan ve yarışmacı takımlardan ilk gelen teklife atlayan hocalar (Milli Takım altyapı hocaları da dahil) ile boşa kürek çekmekten öte gidemiyorsunuz.

1994 CL finali’nda Cruyff’un yanında kulübede oturan Rexach’ı asıl mesleği olan altyapıdan kaldırıp A takıma vinçle bile getiremiyorlar çünkü adam La Masia’nın değerini ve önemini biliyor. A Takıma 2001 sezonu sonunda geldiğinde adam La Masia’ya geri döneceğini bilerek görevi kabul ediyor. Sonra dönüp Pep, Messi ve çetesini yetiştirip A takıma sunuyorlar. Altyapı dediğimiz işte böyle oluyor ve olmalı da.

Bizde ise millet dört takla atarak gidiyor yarışmacı takımlara, umurlarında mı sanıyoruz oyuncu yetiştirmek ve siz bu ortamda yabancı sayısını sınırlıyorum çünkü oyuncu yetişmiyor diyorsunuz. Ülkedeki kabul görmüş kafa yapısı böyleyken, altyapı hocası önünde top oynayan çocuktan ziyade evde bekleyen çocuğun okul parasını, geleceğini düşünmek zorundayken, sadece tüketici toplumun sınırlarını çizdiği “başarı” mefhumuna tapılırken siz çıkıp Ajax gibi falan demeye cüret ederseniz size sadece “hadi canım sen de” demek gerekir.

Su-i misal emsal olamaz ama su-i misal Türkiye’de herkesin kılavuzudur; kimsenin hüsn-ü misal ile işi olmaz çünkü onun reytingi prim yapmaz. Millet kötü yabancı topçu getiriyor ve kulüp ekonomisinin içine kanalizasyon ve foseptik mealinde altyapı tesisi kuruyorsa o adamı cezalandırmak gerekir işini layığı ile yapanı değil, ama burası Türkiye olduğu için yaşın ömrü kuru kadar oluyor ve karar vericiler her zaman ikisini bir arada kundaklıyor.
El alemin deliye bizim de akıllıya hasretimizin tavan yaptığı bugünlerde herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum.

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78

Son Haberler

RESIMDEKI 7. KIM? FERGIE’S FLEDLINGS, THE CLASS OF 92

Yukarıdaki tarihi fotoğraftaki 6 kişiyi herkes bilir ama en arkadakini belki de hiç kimse hatırlamaz. Hatta birçok yerde bu...

Benzer Konular