https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

FIKIH, TEFSİR VESAİRE

Okunması Gerekenler

FIKIH, TEFSİR VESAİRE

Bundan seneler önce 90’lı yıllarda Sinyor Can Bartu’yu televizyonda izlerken o güne kadar doğru bildiğim ya da bize doğru diye öğretilen bir yanlıştan uyandığımı anlamıştım. Programın sunucusu Türk futbolunun Avrupa futboluna kıyasla artı ve eksilerini sorduğunda verilen cevap gerçekten de aykırı idi.

Sinyor, sanılanın aksine Türk futbolunun fizik olarak değil teknik olarak Avrupa’nın gerisinde olduğunu belirtiyor ve bunu da muhtelif örneklerle seyircinin dimağına sokuyordu. Ona göre teknik demek 3 kişiye çalım atan, topla cambazlık yapan, 35 metreden topu doksana vuran adam değildi. Teknik oyuncu nerede duracağını bilen, topu oyuna sokmayı bilen, pas kanalında pozisyon alan, arkadaşının pas hatası yapmasını engelleyen ve haliyle takımı daha az koşturan adamdı. Haliyle daha ekonomik oynayan takım da fizik kalitesini son dakikaya kadar koruyabiliyor ve bunu yapamayanlara karşı üstün gözüküyordu.

O günlerden bugünlere nereden baksanız 25-30 sene geçti. Futbola bakış açısında ya da algıda herhangi bir değişiklik var mı sorusunun cevabını herkes kendisine verebilir. Burada önemli olan husus bizim ülke olarak aynı yanlışları tekrar ederek farklı bir sonuca ulaşmaya çalışmamızdır. Aslında takdir etmek de gerekir (!) zira yanlıştan dönmeme konusunda en azından istikrarı yakalamış durumdayız da diyebiliriz.

Daha önceki yazılarımda dile getirdiğim gibi biz ülke olarak sporcu değil seyredici bir ülkeyiz. Binaenaleyh sahada yaşananları, taktikleri, stratejileri, salgılanan adrenali doğru anladığımız ve sonucunu da derin bir analizle yorumlayamadığımız bir gerçektir. Hayatında toplasan 10 kilometre koşmamış adamın tribünde ya da ekran başında maçın 89.dakikasında 13-14 km koştuktan sonra tüm saha deparla gol pozisyonuna giren topçu golü kaçırınca kurduğu empati(!) zaten bu satırları okuyan herkesin malumudur. Bunu kendisine söylesen otomatikman olayı sporcunun aldığı para üzerinden yorumlayacağı için söylemeye de pek hacet yoktur.

Ülke olarak sahada oynanan oyuna bakış açımızı kısa da olsa yazdıktan sonra Euro 2020’yi ve oradaki performansımızı daha iyi yorumlayabiliriz diye düşünüyorum. Turnuva boyunca zaten herkes yazdı, çizdi, ağzına geleni söyledi. Şenol Hoca da çıktı kendi açısından hem savundu hem de öz eleştiri yapıyormuş gibi yaptı. Bunlar doğal şeyler çok da yadırgamıyorum aslında ama eleştirenler de acaba işin özünü anlamışlar mı onu irdelemek gerekir.

Sürekli fizik olarak geride kaldığımız pompalanıyor ama yazımın başında Sinyor Bartu’nun söylediklerinden alıntıladığım görüşleri okuyunca sizin görüşleriniz hangi yöne gidiyor o önemli aslında.

Kanaatimce biz bu turnuvada teknik olarak geride kaldık. Turnuvayı izlediğinizde bizim de aralarında yer almak için çabaladığımız elit takımların hem hoca hem sporcu olarak aleni bir teknik anlayış üstünlüğü vardı. Adamlarda pozisyon alma, kanat kombinasyonları, alan kapatma ve tempo ayarlama konusunda bize nazaran fersah bazında ilerilik mevcuttu.
Bizim oyuncularımızın Avrupa’da kulüp takımlarında farklı Türkiye forması ile farklı oynamasının sebebi de teknik disiplinin bizim coğrafyaya pek uğramamış olmasından kaynaklanmaktaydı. Biz disiplin kelimesini asıp kesmek aracılığı ile adam etmek mealinde yorumlasak da Avrupalı bu kelimeyi ekol, eğitim, öğretim ile adam etmek üzerinden yorumlamayı tercih ediyor. Avrupa takımlarında oynayan adama bir felsefe, ekol öğretiliyor ve sahaya çıkıp bunu yorumlaması isteniyor çünkü orada sahadaki oyunculara tonla para kazanan topçu olarak değil bir birey olarak bakılıyor. Altyapısını düzgün almış olan sporcu da çıkıp kendisinden istenilenin yapabildiği çerçevede yapıyor. Turnuva başlamadan kalite olarak sonlarda olur diye ahkam kestiğimiz Finlandiya ya da Kuzey Makedonya bile, sonuçtan bağımsız olarak, belirli bir felsefenin peşinde koşuyor.

Disiplin ve felsefe konusuna güzel bir örnek olarak La Masia’yı verebiliriz.
Cruyff öncülüğünde 1979 yılında kurulan La Masia’nın, felsefesini, ileride Barcelona forması giyecek çocuklara öğretirken önceliği, Sinyor’un futbolun tekniği ile ilgili söylediği sözler üzerine kurması tesadüf değildi. 2011 senesinde Barcelona Wembley’de, Sir Alex’in tabiri ile, United’ı ezip geçerken sadece pas oyunu ile değil kaptırılan topun en kısa sürede geri kazanılıp tekrar pas oyununun içerisine dahil edilmesi ile rakiplerini eziyordu. Her şey planlar dahilinde ve bunu içselleştirip yorumlayabilen aktörler tarafından oynanıyordu.
Bu çerçevede yola çıkan İspanya’nın bugün turnuvada nesil değişimini nasıl başarı ile devam ettirebildiğini görebiliyoruz çünkü oyuncu önce işin felsefesini öğreniyor, anlıyor ve sahada yorumluyor. U17,18,19 kategorisinden çıkan adam biliyor ki kendini geliştirirse yeri A takım olacak.

Türkiye’ye gelince, biz toplum olarak ilk yanlışımızı olayları yanlış anlayarak ve devamını bu yanlış anlamanın üzerine kurarak yapıyoruz. İşin kötüsü biz bu yanlışa zamanla inanıyor, onun gerçek olduğunu zannedip doğruyu savunanlara karşı da onu bağnazca savunabiliyoruz. Bunun sonucunda da neden başarı gelmiyor diye de dizimizi dövüyoruz.
Altyapıda tesisleş diye gelen parayı transfere harcıyoruz; eğitici hocaların karnını doyuramıyoruz ama dünyadaki gelişmeleri uygulamalarını talep ediyoruz; her yaş grubuna farklı sistemde top oynatıyoruz; yarışmacı seviyedeki hocalar ne kadar muasır seviyede tutuyorlar kendilerini bilmiyoruz, periyodik olarak denetim var mı, onu da bilmiyoruz; kulüplere rağmen yabancı kuralı değiştiriyoruz; yayıncı kuruluş ile sürekli ihtilaf halindeyiz; milli takımları alt yaşlardan tam olarak besleyemiyoruz; Garbın afakını sarmış liglerde gelecek sezonun son maç saat ve günü 1 sene önceden belli iken bizde ligin kaç takımlı olacağı yeni sezona 2 ay kala belli oluyor; her turnuvada prim diye diye milletin başının etini yiyoruz; tüm başarıları kendimize ama tüm başarısızlıkları da dış mihraklara bağlıyoruz vesaire vesaire… Ama asli işimiz top oynamaya gelince bir arkadaşa bakıp çıkan delikanlı gibi ne yaptığımızı kendimiz de bilmiyoruz…

Bu liste uzar gider ama sözün özü biz bu futbolu yanlış anlamışız, öğretmişiz ve sonucunda da sahada ve dışında yanlış yorumları izlemek zorunda kalıyoruz. Girdiyi yanlış verince yanlış çıktıya maruz kalıyoruz, maalesef.

Güney Amerikalıların sevdiğim bir lafı vardır. Futbol bir dindir (football is a religion) derler çünkü bu kadar milyar kişinin bu kadar koşulsuz sevdiği ve takip ettiği ikinci bir tarik yoktur.

Dinin özünü iyi anlarsan devamındaki yorumun da seni dinin götürmek istediği yere götürür. Futbolun da fıkıh ve tefsiri ne kadar yanlış olursa aynı dinde olduğu gibi kitleler o kadar çok uyutulur ve kandırılır, sürekli yaratılan bir sanal düşmana karşı mücadele ile geçer ömür.

Bernard Lewis’in Ortadoğu’yu anlattığı What Went Wrong? adlı eserinde sürekli altını çizerek belirttiği gibi bizim her problem ve başarısızlık karşısında “Who did this to us?” (Bize bunu kim yaptı?) sorusunu sormak yerine “What did we do wrong?” (Biz neyi yanlış yaptık?) ve ardılı olan “How do we put it right?” (Nasıl düzeltebiliriz?) soruları ile yola çıkmamız, sorunun çözümünü kendimizde aramamız gerekmektedir. Aksi takdirde daha çok “Bizim Çocuklar” felaketleri yaşarız…

Herkese sıhhat, akıl, spor ve huzur dolu günler dileklerimle….

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78

Son Haberler

OLMUYOR

Bütün maçlarımız bıçak sırtı. Kalmadı kredimiz. Sürekli ölüm kalım için sahaya çıkıyoruz. Böyle olunca da öne geçmek şart stresi azaltmak için. Yapamadık...

Benzer Konular