Tunuslu 14.yy düşünürü İbn-i Haldun, Mukaddime adlı eserinde başlıkta kullandığım cümleyi söyler. Büyük düşünür İbn-i Haldun bu sözü söylerken hava durumunun yani iklimin, halkların davranışlarına, asabiyesine; suya kolay erişimin rahatlığa ve dolayısıyla rehavete, soğuk havanın getirdiği mecburi kabullenişin ve dinamizmin de bir coğrafyanın ve o coğrafyadakilerin kaderini nasıl kökten etkilediğini anlatmayı hedeflemiştir..
Akdeniz Hinterlandı’nda yaşayan bizler bu sözün, kuşkusuz, en önemli adreslerinden biriyizdir. Dünya üzerinde bizim kadar mantığını dondurucuya koyup, çözülmesine izin vermeden sadece duyguları ile hayatını yaşayıp kritik kararlar alan millet yoktur.
Sosyal medyanın popüler tabiri ile bir “timeline” yaptığınızda gerçekten de mantığın bizim coğrafyaya hiç uğramadığını görebiliyorsunuz. Geriye dönüp baktığınızda 2008 yılına kadar kör topal bir milli takım ile oynamaya çalıştık. Daha önce muhtelif defa belirttiğim gibi o ana dek kaos futbolunda ısrar eden ve belki de onun bir tık bile üstüne çıkamayan milli takımlarımız oldu.
Ne olduysa 2008 sonrası olmaya başladı. Hem jenerasyon kaybımız hem de akla değil hislere dayalı yönetim anlayışımızın iflas etmesi bizi bu günlere getirdi. Akdeniz çocuğu olmanın verdiği genetik rahatlıkla yaklaştık konulara ve olayları gün, skor, oyuncu, hoca, siyaset ve para ekseninde değerlendirdik.. En ufak bir galibiyette sıkıntıları görmemeye başladık, en iyi hocayı getirince Türkiye şaha kalkar sandık. Es kaza Euro2016’ya gittik daha önceki gidemeyişlerimizi, oyuncuların performanssızlığını, sosyal sıkıntılarını paspasın altına süpürdük. Üst liglerde takımı olmayan şehirlere sırf oy versinler diye son teknoloji statlar yaptık, kankamız Katar’a zorla “süper” ligimizin yayın hakkını sattık çünkü sandık ki para ile saadet olur, başarı gelir.
Bugün gelinen nokta ise elde var sıfır, rakam ile de 0.
Soğuk iklimin verdiği disiplin, mücadele, hayata tutunma isteği ile yola çıkan Almanlar, 2000 yılındaki rezil performanstan sonra bir karar alıp 85-90 arası jenerasyonu bir proje çerçevesinde 2008’e ve sonrasına hazırlarken biz 2010 yılında kaos futbolunu bırakıp Dünya’nın en saçma tercihi ile Türk futboluna en son uyacak ve daha önce ülkemizden kovulmuş bir Hollandalı hocayı (Hiddink) getirmekte herhangi bir beis görmedik. Altyapıya çocukları 4 yaşındayken alıp, onlara hem insan olmayı hem de futbolu sistem çerçevesinde oynamayı öğreten ve bunu yıllardır yapan bir ülkeden 2010 yılında hoca getirip bunu altyapı nedir sorusuna cevabı ancak 2015 yılında Altınordu’yu görünce verebilen bir ülkenin başına geçirirsen sonucunda bekleyeceğin tek şey başarısızlık olacaktı ve oldu.
Akabinde yerli malı ama zihniyeti Hollandalı, Avcı tercihi yapıldı ama karar vericilerin zihniyeti hala coğrafyayı yansıtmaya devam ediyordu. U17 seviyesinde Avrupa Şampiyonu ve Dünya Dördüncüsü olmuş bir adamı oyuncu tercihleri yüzünden gönderen mentalite başa dönerek 2010 yılında gönderdiği Terim’e tekrar sarıldı. Kısır döngü hiç bitmedi.
Bunlar olurken, Eskişehir’de bizi çimlere gömen İzlanda 2014 Dünya Kupası elemelerine İsveç efsanesi Lars Lagerback ile başlıyor ve yaptığı planı işleme koyuyordu. Belki dünyanın en zevkli futbolunu oynamıyorlardı ama kendilerini hedefe vardıracak, pragmatik bir yaklaşımın sonucunu sahaya yansıtmaya başlıyorlardı. Soğuk iklimin verdiği dirayet ile tüm imkânsızlıklara rağmen yurtdışında daha elverişli şartlarda vizyonlarını geliştirmiş oyuncularla ilk işareti 2014 play-off’unda Hırvatistan’a elenirken veren İzlanda, daha sonraki iki turnuvaya da direkt katılım sağlayarak herkese, kendini bilerek bir sistem kurmanın, bir takımı nasıl bir yerden alıp yukarılara taşıyabileceğini gösteriyordu.
1990 Dünya Kupası, Euro’96, Euro’16 ve 2018 Dünya Kupası dâhil olmak üzere her eleme grubunda bize sorun çıkaran ama hala nasıl oluyorsa bir türlü bizim ülkemizde futbol ulemaları tarafından bir şeye benzetilemeyen İzlanda, 330 bin kişi ile hem de kutuplarda oturup doğru sistemi kurmanın ve bunda ısrar etmenin ödülünü alıyordu.
Bu tip hikâyeler böyle sürer gider ama bir tek bizim ülkemize uğramaz. Nasıl bir coğrafyanın ürünüysek akıl tutulması bizim kaderimiz olmuştur ve ömrümüz bu acı gerçeklere tanıklık etmekle geçer. Herhangi bir İsviçreli sporcunun aklına, en kritik galibiyetten sonra bile, birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan bugünlerde diye başlayan bir demecin gelme ihtimali sıfır iken, bizim en uyduruk galibiyeti bile ‘zor dönemden geçen ülkemize’ adamayı görev bilmemiz; bizim, sporu belirli bir plan ve program çerçevesinde ama oyun olduğunu unutmadan ifa etmek yerine, hamaset ve hisler üzerine kurduğumuzun kanıtıdır.
Bizim acilen coğrafyanın genlerimize kodladığı beladan kurtulup, derin dondurucu da bekleyen aklımızı günlük hayatımıza yansıtmamız gerekir.
Unutmayalım ki bir kere dondurucudan çıkarılan akıl, tekrar dondurulursa bozulur ama bir kere kullanınca zaten ülke olarak seveceğimizden bir daha dondurucuya gerek kalmayacaktır, bundan emin olabiliriz.
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve sıhhat dolu bir hafta diliyorum.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78