‘’Beşiktaş zorlu iki deplasmana çıkacak bu hafta.. Biri futboldan çok herşeyin olacağı Partizan diğeri o yorgunluk ile gidilecek Kayseri. Seyirci baskısının üst düzey olacağı Partizan maçı, takımın bu şartlarda ne tepki vereceğini test etmesi açısından önemli. Dönüşündeki Kayseri deplasmanı ise, haftada iki maç fazla mı gelir yoksa kadro yapısı bu işin altından kalkabilir mi sorularının bir nebze cevap bulacağı bir mücadeleye sahne olacak’’
İşte böyle bitmiş idi 1 hafta önceki yazı… Takım Partizan imtihanını yıldızlı pekiyi alarak geçti. Kayseri deplasmanı ise yukarıdaki paragraf açısından hiç de kötü geçmedi aslında. Evet maç kaybedildi ama bunun sebebi ne yorgunluk ne iştah kaybı idi. Kadro yapısı için ise (sene başından beri bilinen sağbek eksikliğinin çok sırıtmasını saymaz isek) yeni cevherlerin (Kerim) bulunması açısından iyi de bir tecrübe oldu denebilir. Mağlubiyet analizine geçmeden önce Kayseri’yi tebrik etmek gerekir. İlk galibiyetlerini ülkenin en tempolu takımına karşı aldılar. Tek galibiyetleri olmaz umarım.
Kabul edelim ki Türkiye garip bir ülke. Herhangi bir konuda hakettiğin değeri bulmak mucizenin de ötesinde…Örnek futbol.. Methiyeler düzdüğümüz , gözle görülür bir farkla rakiplerinden formda olan Beşiktaş sadece 1 puan farkla önde! Rekabetin kaybolmaması , heyecanın bitmemesi futbol endüstrisindeki herkesin duası. Önden kopup gideni oldum olası sevmeyiz. ‘’Biz oraya çıkamıyor isek o buraya inecek’’. Beşiktaş’ın çok alışık olduğu bir durum bu aslında. Gordon Milne zamanındaki 3 sezon üstüste şampiyonluktan sonra futbol baronlarının kurguladıkları senaryo ya da 8 puan önde bitirilen 2004 yılında yaşanan mafyatik oyunlar hafızalarımızda. O kadar uzağa gitmeye de gerek yok aslında. Daha geçen sene ilk 4 hafta sonunda 12 puanlık Beşiktaş’ın ne hale sokulduğunu hatırlamayan çıkmaz herhalde!
Bu sene de benzer senaryolar uygulamaya başlandı. 3 haftadır Gökhan Töre üzerinde kurulan baskılar çocuğun futboluna beklenin tersine olumlu etki etmeye başlayınca, suratından eziklik akan bir hakem bozması yoluyla linç girişiminin adımları atıldı dün. Yardımcı aktör ise tanıdık bir isim. Futbolculuğunda yapmadığı hokkabazlık kalmayan ama Teknik Direktörlük koltuğuna oturduğunda (dün akşama kadar) bunları yediremeyen, 90’lı yılların sonu 2000’li yılların başındaki ünlü yönetmen Fatih Terim’in başrol oyuncusu Bülent Korkmaz. Bay Bülent, İstanbul’da büyümüş ve hep büyük takımda oynamış bir kişilik. Karşısında kendinden daha düşük profil buldu mu her türlü numarayı yediren kibar tabir ile uyanık bir spor adamı.
Dün akşam yeniden sahne aldı ve tek bildiği oyunu oynadı. Eczacı hakemimiz de yedi. 22 yaşında tüm kültürünü yurt dışında almış bir çocuğun çok da bariz olmayan bir şekilde ve her zaman kullanılan bir kelimeyi, yandaki çığırtkanların bağırışı ile kırmızı kart sebebi olarak saymak büyük haksızlıktır. Hakemlerimiz futbolcunun ya da teknik adamın profilinden etkilenip ezilir ise dün akşam ki gibi yaygara yapan kazanır.
Şımarık olanın büyüdüğü, ezik olanın buna yol verdiği bunun yanında asıl hakedenin horlandığı bu düzen değişmeyecektir. Beşiktaş’ın bu düzende şampiyon olması, büyük başarılar kazanması özünü değiştirmediği sürece hep çok zor olacaktır. Bazen gücü yetecek bazen ise yorulacaktır. Fakat dün akşamki maç ve sonrasında taraftarın oyunculara havaalanında verdiği destek gösterdi ki bu sene şaklabanların işi hayli zor!