Eveet, 2015-2016 sezonunda hararetli bir ilk 5 haftayı tükettik. Bu haftalarda her kulvarda hemen her türlü rakibe karşı mücadele etti Kara Kartal’ımız ve biz de varımızı yoğumuzu görme fırsatı yakaladık. Eh, bu fırsatı da boşa harcayacak halimiz yoktu; o yüzden biraz verip veriştirelim bakalım…
Öncelikle, kaleci Cenk Gönen, Beşiktaş’ımızdan ayrıldı ve Galatasaray’a transfer oldu. Her şeyden evvel, kendisine hizmetleri ve egzantrik kurtarışları için teşekkür edip, yeni takımında başarılar dilerim. Yan toplarda (ustası efsane Rüştü gibi) büyük kontrpiye ve pozisyon alma sıkıntısı taşısa bile, kendini çok fazla geliştirememiş olsa dahi, karşı karşıya pozisyonlarda ve uzaktan gelen şutlarda ekseriyetle refleksleri onu tam bir “Kartal” haline getirirdi. Hakkımızda hayırlısı olsun…
Peki, Cenk’in yerine kaleci geldi mi? Hayır. Günay aynen devam, bir de Veysel’imiz var gençlerden. Esasen birkaç senedir böylesi “dar” bir yelpaze bize sorun çıkarmıyordu, ama Tolga Zengin’in halen daha eski günleri mumla aradığı şu dönemde bir güven “çapa”mızın olması bence bizi rahatlatırdı. Cenk bunu sağlayabiliyor muydu, o hep tartışılır; fakat Galatasaray’ın Cenk’i tam da bu amaçla transfer ettiğini de unutmayalım. Tolga’ya gelirsek; inanılmaz hatalarla gol yediğini görmedik henüz, ama Tolga’yı Tolga yapan o panter atikliğini ve birkaç hamle sonrayı okuyabilen öngörüsünü geri kazanamamış. Geçen seneki Brugge maçı öyle sanıyorum ki o’nun kariyerine bir psikolojik çöküş olarak yansımış. Ne hazindir ki, bana bunlar hep, aynı şekilde yitip giden gencecik Fevzi Tuncay’ı hatırlatıyor. Umarım kaderleri benzemez.
Şu ana dek bizi kimler hayal kırıklığına uğrattı peki? Tosic, Quaresma ve Sosa. Tosic’in tüm numarası, Anadolu’nun güzide bir eğitim-misyon kulübünde, Sırp disiplinini olgunluğa çevirip gelmesiydi; yani kademede olgun oynaması, yana ve geriye pas tercihlerini düzgün ve âkilce yapması ve sivrilmese bile, hatasıza yakın, “sıradan” oynamayı başarbilmesiydi. Bir zamanların Ulvi’leri, Kadir’leri gibi, gösterişsiz ama faydalı oynamayı başarabilmesiydi. Ama o, Gökhan Keskin değil, İsmail Köybaşı olmak istiyor. Bu da, en sıkıntı yaşadığımız yerde, yani defansta, hele ki müzmin karabelamız olan sol bekte bizim canımıza okuyor.
Quaresma da, özellikle Trabzon derbisinde yaptıklarıyla kredisini çok erkenden azalttı. Gençlerbirliği maçında, Quaresma’nın bu sene takımda ifade edeceği anlamı hepimiz çözdük: En baştan çarçabuk gol bulabilmek için ilk 45 dakika “sihrini” konuşturacak, ama sonrasında işi, takım olmayı daha çok önemseyen takım oyuncularına bırakacak. Çünkü, başına buyrukluğu, ilerleyen yaşına, aldığı maaşın düşüşüne rağmen bile değişmemiş. Trabzon’da gördüğü o kırmızı kartın ve mağlubiyetin telafisi için çok uğraşması, her şeyden evvel, taraftara kendini affetirmesi şart. Yoksa ne anlamı kalır, Gökhan – Quaresma kanat ikilisine sahip olmanın? Biz zaten Gökhan – Olcay ile güzel güzel gidebiliyoruz istediğimiz yere. Hele bir de şimdi Kerim Frei (kendisine yine 65’ten sonra taksimetreyi açtırmamıza rağmen) Quaresma’nın yerini gayet güzelce alabileceğini gösterirken, Quaresma’nın işi giderek zorlaşıyor. Gökhan da önde baskıyı bırakmamalı. Pozisyonlara koşmaktan, boşluk ve ara pas kovalamaktan vazgeçmemeli. 3 asist yaptı, devamı gelsin.
Sosa’nın henüz vakti var. Olcay ve Oğuzhan (3’er asist, Oğuzhan’ın çok tatlı bir frikik golü var, Olcay da 2 güzel gol yazdı) güzel girişler yaptılar, geçen sene yaşadıkları düşüşten sıyrıldılar. Mevki kalabalıklaşınca Gökhan ve Olcay’ın pestili de çıkmıyor artık. Oh ne güzel. Tabi Sosa’nın asıl bereketi için Tolgay ve Veli gibi arıların dönmesini beklemek gerekebilir. Özellikle Veli’nin yokluğu, varlığıyla fark edemediğimiz şeyleri bize gösteriyor: Atiba çok yalnız. Atiba zorlanıyor. Neyse ki o, Tosic’ten beklediğimiz her türlü olgunluğa sahip. Ama bu şekilde o’nun da, bilhassa hücumda, etkisi azalıyor. 6-7 kişiyle hücum edebilecekken, riske girmemek için 5 kişiyle hücuma gidiyoruz. Atiba çok aktif şekilde katılamıyor.
Başka kimler iyi? Beck, şimdilik sırıtmıyor. Ne çok iyi, ne de çok kötü. Hilbert misali iyi bir hücumcu değil belki, ama Ekrem Dağ veya Serdar’ın aksine de savunmada tökezlemiyor. İşte benim Tosic’ten beklediğim de budur. Karşında Nani görürsen elbette her pozisyonda geçilme tehliken olur, ama Nani olmayan her tür sağ-sol kanada karşı da kolay geçilmeyeceğini, ortalara müdana göstermeyeceğini hissettireceksin. Yoksa yine Serdar ve İsmail’e kalıyoruz. Motta da aynı tehlike. Geçen sene Opare de öyleydi. Herkes Gareth Bale olma uğraşında, ama kimse Sergio Ramos’un niye stopere dönüştürüldüğünü merak etmiyor: Savunmada güven veriyor da, ondan. Beck böyle devam etsin.
Rhodolfo, gayet iyi. Kusurları kadı kızı misali. Ersan alışamadı, ama alışır. Olmasa bile, Franco da, Milosevic de Ersan’ın yerini doldurur. İkisi de oyunu Ersan kadar hassas ve isabetli kuramazlar belki tandemden, ama Franco bilhassa duran toplarda yeni bir Sivok haline gelip, duran toplardaki arızalarımıza merhem sürebilir. Yoksa, Sosa’nın frikikleriyle kimsenin can bulacağı yok. Forvette ise, Cenk’i daha bir sevmeye başladık. Gerçi kendisi henüz Milli Takım’a seçilecek kadar muhteşem, muazzam ve olağanüstü olmayı başaramadı ama, 5 maçta, 3’ü hat-trickten olmak üzere 4 golü, 2 de minik asisti var. Fırsat verilince, iyi bir orta saha ve kanat sistemiyle, çok iyi bir son vuruşçu olduğunu kanıtladı.
Gomez’e ayrı bir satır açalım. Fiziken hazır olana kadar kulübeden gelmesi isabetli. Şimdiden 2 golü var, ki o gollerle biz karasevdamız Başakşehir ile yaptığımız maçı kazandık. Attığı goller, basit görünebilir. Fakat cümle alem bilsin ki, işte biz Beşiktaş’lılar, senelerden beri o basit golleri atamayan, karşı karşıya kolay pozisyonları bitiremeyen forvetler çektik. Bobo, Nobre, Almeida bize az tansiyon hapı aldırmadılar. O pozisyonda biz bile olsak atardık, öyle şeyler kaçırdılar. Nihayet dinamik bir organizasyonu yüksek yüzdeyle neticelendiren bir değil, iki forvetimiz oldu. Cenk ve Gomez, aynı anda sahadalarken işler pek rast gitmedi; ama bir Demba Ba – Gomez ikilisi çok can yakardı. Zira Gomez de inanılmaz bir bitirici, Cenk de öyle. Pasçı değiller. İkisinin aynı anda sahada olması o yüzden işleri kolaylaştırmıyor. Mustafa’nın başına bir iş gelmeyeceğini bilsem, Quaresma’nın yerine bile o’nu isterdim, hatta Sosa formunu bulana dek Mustafa’yı forvet arkası – hızlı forvet oynatırdım, ama ya yine sakatlanırsa?
Anladık ki, birden fazla gol atabiliyorsak, kazanabiliyoruz. Yok, golsüzsek veya tek gollüysek, afakanlar fena halde başımızda, “Beşiktaş Kanseri” yine iş başında. Skenderbeu deplasmanı bile bu yüzden bize zul olacaktı. Şenol Hoca, oyuna müdahale ve oyuncu değişiklikleri konusunda Bilic’ten şu ana dek daha iyi, ki böyle olmasını da bekliyorduk. Savunmada ve “bloklar arası geçişte” halen sıkıntılar var, ama sakatlar iyileştikçe ve Quaresma – Tosic bölgesine (yani sola) bir çözüm buldukça, işler düzelecektir. Kolay gol yemeyelim, bize yeter. Nasılsa, golü rahatça bulabiliyoruz (maşallah diyelim!). Kolay gol yersek, 3 farkla önde olsak bile elimiz ayağımız titremeye başlıyor sahada yine, ve momentumu kapan rakip hemen devleşip 1-2 tane daha atmaya namzet hale geliyor. En büyük sorun, bu olsa gerek.
Şahsen, Gençlerbirliği maçı hariç diğer maçları bir başarısızlık olarak görmüyorum. Quaresma vakası olmasa, derbi de başka türlü biterdi. Şimdilik, güzeliz. Memnunuz. Haftaya derbide, şu haldeki bir Fenerbahçe’ye büyük sürprizler yapacağımızı düşünüyorum.
Bitirirken, canımız ciğerimiz Bilic’in geçen hafta Manchester City’ye karşı aldığı galibiyetin ardından vermiş olduğu demeçe değinip eski günleri yâd edelim: “City’yi yenmek, tamamı kızlarla dolu bir bara girmek gibi!”
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc