Asıl Meseleyi Görmeden Sorunu Çözemezsin!
22 Haziran 1986 günü Azteca Stadı’nda Maradona, Tanrı’nın Eli nitelemesi ile attığı gol aracılığıyla dört yıl önceki Falkland mağlubiyetinin rövanşını düşman İngilizler’den alıyordu ki aynı İngilizler 1966 Dünya Kupası’nda Wembley’deki olaylı çeyrek finalden sonra Arjantinlileri, menajerleri Alf Ramsey aracılığı ile “hayvanlar” olarak nitelendirmekten de hiç çekinmemişti.
Bundan tam iki sene sonra 21 Haziran 1988 günü Hamburg’da Marco Van Basten son dakikada ev sahibi Almanya’yı eleyen golü atıp, dört gün sonra da Münih’te Hollanda kupayı kaldırdığında, yaklaşık 45 sene önce Amsterdam’daki evlerinin tavan arasında Nazilerin basmasını beklerken yazdığı günlükler dünya klasiği mertebesine yükselen küçük Anne Frank’ın rövanşını alıyordu.
The Blitz adı verilen “Karartma Geceleri’nde kendi evinde Hitler’in uçaklarına hedef olan İngilizleri, 1966’daki meşhur final kesmemiş olacak ki, o hesabı ancak o olaylardan tam 60 sene sonra 2001 yılında Münih Olimpiyat Stadı’nda Almanya’yı 5-1 yendikleri gün bu rövanşın artık alınmış sayılacağını cümle aleme bildirmekte herhangi bir beis görmeyerek kapattılar.
Bu tip örnekler uzayıp gider. Dilerseniz bunlara soğuk savaşın ürünü olan Doğu-Batı Almanya maçını (’74 Dünya Kupası) ya da ABD-İran karşılaşmasını (’98 Dünya Kupası) ekleyebiliriz. Hepsinde varacağımız sonuç, futbolun tarihsel gelişimine baktığımızda, bu sporun dünyaya gelme amacından çok öte anlamlar yüklenerek hayatımızda bir yer edindiğidir.
Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta ise bu tip örneklerin 21.yüzyıla adımımızı attıktan sonra peyderpey futbolun gündeminden çıktığı gerçeğidir. Artık futbol, siz isterseniz tüm ana akım spor dalları da diyebilirsiniz, Anglo-Sakson tabiri ile ‘gaining ground’ yani cephede ilerlemeyi , ya da en azından ‘ not losing ground’ yani geri çekilmemeyi ana düstur olarak kabul ediyor.
Cephe diye tanımladığımız alan ekonomiden öte bir şey değildir. Artık hiç bir kulüp ya da oyuncu atalarından duyduğu savaşların ya da gerginliklerin intikamı için oynamamaktadır. Buna ilk neden, özellikle Avrupa’daki serbest dolaşım sebebi ile ülke ülke gezen oyuncuların gittikleri ülkelere kültürel ve sosyal entegrasyonunun kendilerine masal gibi anlatılan husumetleri motivasyonlarından çıkarmalarına neden olmuştur.
Yılın 300 gününü Almanya’da futbol oynayarak geçiren bir İngiliz ya da Hollandalı’nın bir milli maçta 80 senelik hesabı görmeye çalışmasını beklemek biraz hayalcilik haline gelmiştir. Örneğin Man.City’de yıllardır oynayan Aguero’nun bir Arjantin- İngiltere milli maçında motivasyonunun Falkland olması artık sürreeldir.
Sınırların kalktığı bu iklimde kulüpler ve sporcular yayın gelirlerini, forma satışlarını, Uzakdoğu/ABD açılımlarını, stadyum yatırımlarını, futbolcu PR’ını ve sosyal sorumluluk projelerini birbirlerine üstünlük kurmak için savaş alanı olarak kabul etmiştir. Tüm paydaşlar, bir satranç maçı gibi stratejilerini oluşturup hamlesini yaparken milliyet ve millilik kavramının içi tamamen boşalmıştır.
Binlerce kilometre öteki Körfez, Uzakdoğu ya da Amerikan sermayesinin gelip seni satın alıp, takıma 35 farklı milletten oyuncu, tribüne de Çinli, Arap, Japon turisti doldurduğu bir ortamda milli diye bir kavram kalmamıştır.
Bugün UEFA’nın CL gibi bir organizasyonu tüm UEFA ve FIFA organizasyonlarının önüne geçmiş, oyuncuların kendilerini göstermeleri ve piyasalarını artırmaları için ana sahne haline gelmiştir. Haziran’da oynanan milli takım turnuvalarının, yıl içinde oynanan 60’a yakın kulüp maçından sonra, birer angarya haline dönüşmesi çok yakın gelecekte karşımıza çıkacak bir realitedir.
Aynı, FIBA turnuvalarına maçlarının yoğunluğu mazeret göstererek katılmayan NBA oyuncuları gibi, futbolda da bu tip olayları yakın gelecekte göreceğimizi düşünmekteyim. Özellikle kulüp seviyesinde başarı tatminine ulaşmamış oyuncuların tercihlerini kulüp takımlarından yana kullanmaları doğal hale gelecektir çünkü asıl para ve repütasyon diğer tarafa doğru kaymıştır.
Önceki milenyumda, kulüplerinde ağırlıklı olarak yerel maçlar yapan, uluslarası arenada, Avrupa Kupası’nı kazanan kulübün oyuncusuysan bile, azami 8-10 maç yapabilen bir futbolcu kendini dünyaya ancak haziran ayındaki turnuvalar ile gösterebiliyordu. İşte o turnuvalar Bobby Charlton’un tabiri ile “Düşler Sahnesi” haline dönüşüyor ve büyük önem atfediliyordu. Medya, hükümetler, taraftarlar ve oyuncular bu turnuvalarda başarı için her yolu seçiyordu ve hamaset de bunlardan biriydi.
Günümüze geldiğimizde artık 17-18 yaşındaki adamın bile oynadığı uluslarası müsabaka adedi tarihin en büyük yıldızlarınınkilerden fazladır. Bu adamları hamaset motive etmez artık, zaten desen de onu yapmak istemez çünkü nerdeyse her uluslarası karşılaşmada kendi kulübünden, eski kulübünden ya da yerel liginden bir ya da bir kaç kişiye karşı oynuyor. Maçtan çıktıktan sonra gidip kulübün tesisinde aynı odada kaldığı adam artık onun için yabancı olmuyor, ona bakınca onun milletini değil ortak anıları ve çıkarlarını görüyor.
Bütün bunların ışığında diyeceğim odur ki, artık futbolda millilik kavramı zemin kaybetmektedir. Ülkeler kulüpler ile ilerlemekte, bayraklarını dalgalandırmakta ve hem ekonomisini hem de başarılarını artırmaktadır. İçerisinde kaç yabancı olursa olsun, başarılı olduğunda o takım kendi ülkesinin adıyla anılmakta, bayrağı dalgalanmakta ve reklamı yapılmaktadır. Bu sebepten futbolu bu kadar sevip yatırım yapan bir ülke olarak rekabetin içinde kalmak istiyorsak bu oyunu yerli yabancı ayırt etmeksizin oynamamız gerekir. Örneğin Dünya Kupası’na gidecek kadroya birincil önceliği vermek yerine CL’yi alacak kadroyu kurmak bizim en büyük hedefimiz olmalıdır çünkü artık cephe orasıdır.
Biz, altyapıdan yetiştirme politikasından asla taviz vermeden o çocukları iyi oyuncu haline getirirsek ve kafaların içini aydınlatabilirsek o yetişen gençler her şartta oynamak için zaman bulacaktır. Keza aynı şeyler yabancı oyuncular için de geçerlidir. Onlar düşman değildir, aksine buradaki gençlerin öğretmeni olarak planlanmalıdır.
Ülkemizde yerli yabancı oyuncu tartışması yapılırken, bu bakış açısının da göz önünde bulundurulması gerekir zira yerli ya da yabancı oyuncudan ziyade iyi ya da kötü oyuncu vardır. Asıl mesele budur gerisi ise sadece bağcı döverek siyasi zemin kazanma çabasıdır…
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78