Bütün Beşiktaşlıların hasretle hatırladıkları dönem hangisi diye sorulsa muhtemelen herkesin cevabı üstüste 3 kere şampiyon olunan (biri namağlup), ligi domine eden, Metin-Ali-Feyyaz üçlüsünün tribünleri coşturduğu 80’lerin sonu ve 90’ların başına damga vuran Beşiktaş’tır. Maalesef belki başkanın transferlerde aşırı temkinli tutumu, Milne’nin statüko sevdası ve en önemlisi de camianın bir Avrupa vizyonunun o dönemde olmayışı yurtdışında takımın hak ettiği başarıları getirmemişti. Ondan sonraki dönemde saman alevi gibi biraz Toshack, Daum ve özellikle de hazan ayı Eylül’ü sevinç ayı Eylül’e çeviren Nevio Scala’nın Barcelona ve Fener’i 3’leyen fakat sonra inanılmaz bir çöküş yaşayan Beşiktaş’ı hatırlarda kalmıştır. Ardından Türkiye’ye gelmiş bana göre en iyi yabancı hoca olan Lucescu zamanında elde edilen 100. Yıl şampiyonluğunda gerçekten taş gibi bir takım vardı ve fakat ardından kulübün kendi ayağına sıktığı kurşunlarla Demirören ile yaşadığı bir fetret devri…

Bu kadar kapsamlı bir girizgahın nedeni başarının günlük düşünerek gelemeyeceğini, insanlara ve fikirlere uzun süreli yatırımlarla mümkün olduğunu anlatmak içindi. Beşiktaş eğer alaturka bir zihniyetle fahiş hatalar yapmazsa Şenol Güneş’ten bir Alex Ferguson yaratıp önümüzdeki on yılın Türk futboluna damga vurabilir. Son iki yıldır izlediğim Beşiktaş bana keyif ve heyecan veriyor, eskiye göre oyuncuların kalitesinde de gözle görülür bir artış var. Sosa ve Gomez gibi iki silahını kaybetmesine rağmen gelen oyuncular o eksiği doldurup üzerine geçen yıl Uefa Ligi’nden çıkamayan takımı bu yıl Şampiyonlar Ligi grubundan çıkarabilir.

Burada taraftarın tutumunu da açıkçası çok doğru bulmuyorum. Zamanında Runje gibi bana göre kariyeri hiç de kötü olmayan bir kaleciyi psikolojik olarak çökertmek takıma bir yarar sağlamamıştı. Kendisi de eski bir kaleci olan Şenol Güneş’in bu tercihine – tekrar ediyorum, katılmasam da – saygı duymak lazım. Adriano ve Abu Bakar bu akşam bende hayal kırıklığı yarattı ama Quaresma’nın takımı ateşleyen görüntüsü ve beklemediğim fiziksel gücü, Caner’in İsmail’den sonra gözlerimizin pasını silen ortaları ve tabii ki Talisca’nın daha ilk Avrupa sınavında Sosa’yı unutturması ciddi artılardı. İlk 15-20 dakika yenilen baskı ve panik havası olmasa ve ikinci yarıda oynadığı futbolu maçın geneline yayabilse Beşiktaş Lizbon’dan üç puanla bile dönebilirdi ama 93. Dakikada gelen golün tadı bir başkaydı elbette.

Günümüz dünyasında rekabetin de bu kadar çetin olduğu bir ortamda belki çok uzun vadeli projeksiyonlar yapmak mümkün değil ama doğru planlama ve ekip çalışmasıyla rakipler de bu kadar hata yapmaya devam ederse Beşiktaş da B.Münih, M.United misali bundan belki bir on yıl istifade edebilir. Türkiye gibi zeminin bu kadar kaygan ve kaypak olduğu bir ülkede çok iyimser bir tahmin olabilir ama en azından biz doğruları yapalım ve bekleyelim. Gelecek güneşli görünüyor.
mail: gorkem.isik@abcspor.com
twitter: @saturnocontro3