Bazı anlar vardır, henüz çok tazeyken bir türlü gözünüzün önünden gitmez ya. Örneğin biz Beşiktaşlılar için zaman, Fevzi’nin topu ayağının altından kaçırdığı anda sanki donmuştur. O günü de statta yaşamış biri olarak, benzer bir bahtsızlığa da dün şahit oldum. Tabii kendimi teselli etmek için, aklıma ilk gelen diğer travmaları hatırlamaya çalıştım.
Örneğin 1995 Kupa Galipleri finalinde, Real Zaragoza’lı Nayim’in 119.dakikada orta sahadan çektiği şutla Seaman’ı avlaması ve Arsenal’in kaybetmesi (aynı Seaman 2000 yılı UEFA finalinde, bu sefer de Galatasaray’a karşı kaybedecekti, İngiltere milli takımıyla yaşadığı hüsranlar da cabasıydı). Liverpool’un efsane kaptanı Steven Gerrard’ın, o muhteşem kariyerinde bir kere bile lig şampiyonluğu kazanamadığı gibi, verdiği röportajda Chelsea maçında ayağının kaymasıyla 2-0 mağlubiyetle şampiyonluğun kaybedilmesinin hala rüyalarına girdiğini anlatması veya 13 yıldır lig şampiyonu olamayan Inter’in, 5 Mayıs 2002 günü lider olarak geldiği Roma’da Lazio’ya 4-2 yenilerek şampiyonluğu Juventus’a kaptırması ve Ronaldo’nun gözyaşları aklıma ilk gelen örnekler. Keza Fenerbahçe’nin 2006 ve 2010 yılında son maçlarda yaşadığı travmalar da hafızalarda hala çok taze. Nasıl, biraz daha iyi hissettiniz mi bu örneklerden sonra?
Dünkü maç da mantıkla açıklanamayacak kadar saçma bir sona sahne oldu, ama bu kadar absürt bir finalin yaşanmasının temel nedeni Beşiktaş’ın yine domine ettiği bir maçta 2.golü bularak fişi çekememesiydi. Burada da aynı maç içinde hem şeytan, hem melek, hem kahraman, hem hain olabilen Quaresma aklıma geliyor. Daha önce de defalarca yazdığım gibi, olağanüstü yeteneğiyle bazen ağzımı açık bırakan ama her duran topun başına geçerek yaptığı onlarca ortada çok az isabet sağlayan, 30.haftası geride kalan ligde sadece 1 (yazıyla bir) gol atan bir hücum oyuncusundan bahsediyoruz. Dünkü maçta da bencil davranmayıp, Aboubakar’a yaptığı asist gibi uygun pozisyonlarda arkadaşlarını görse, maç zaten 70. Dakikada bitmiş olacaktı. Ne var ki dünkü maça doğru kadro ve soğukkanlı bir şekilde çıkan Şenol hoca da bu arkadaşa söz geçiremediği için iyi veya kötü Quaresma’nın yaptıkları ve yapmadıkları Beşiktaş’ın kaderine doğrudan etki ediyor.
Mantıkla açıklanabilecek diğer faktör de hakemin berbat performansıydı. Göstermediği sarı kartlar, Babel’e yapılan penaltıyı es geçmesi (ki burada Babel’in itiraz etmemesini de anlamadım) ve tabii son olarak bütün kombinasyonların bahtsız bedevi misali bir araya gelip de kendi kalemize attığımız golde Emenike’nin yaptığı faulü de atlaması ve yine burada da Fabri’nin itiraz etmemesiydi. Belki bunun nedeni aşırı konsantrasyon ve gerginlikti; oyuncular ne olduğunu tam anlayamadı. Tabii Talisca’nın yaptığı hareket de mazur görülmez, ama karşısındaki canlının Volkan olduğu düşünülünce de olayların gelişimini en başından takip etmek gerekiyor.
Bu kadar mantıklı açıklamadan sonra, bir de zamanında Mehmet Ali Erbil’in çok şanssız olan yarışmacılara, ‘duşunu alıp mı gelmiştin?’ sorusuyla ima ettiği fizyolojik durum var ki, işte orada Beşiktaş sınır tanımaz! O süzülerek gelen 40 metrelik topa Marcelo kafayla müdahale edebilecekken, Fabri’nin adeta elinde tuzluk varmış gibi canhıraş koşarak gelmesi, sabıkalı Emenike’nin orada yaptığı faul, Marcelo’nun yaptığı ters kafa vuruşunun istese bile kaleye gitmesi zorken iki defans oyuncusunun da çabasına rağmen 94. Dakikada kaleye girmesi, beni kombinasyon ve permutasyon manyağı yaptı. Yaklaşık 10 dakika koltukta yığılıp kaldıktan sonra, stat çıkışında bir de şiddetli sağanağa yakalanınca, kafasının üzerinde hep kara bulutla dolaşan adam gibi hissettim kendimi. Ha bir de Başak City’nin (Bilgin Gökberk’in harika yazısını mutlaka okuyun) Antalya deplasmanında 89. Dakikada attığı gol de aslında ‘Pazar’ın gelişi Cuma’dan belli olur’ dedirtti.
Neyse, sonuçta futbolun içinde, hayatın içinde mevcut her şey olduğu için, bu tip trajediler de gülün dikeni gibi kabul edilmeli veya bu sevda terk edilmeli. 100 küsur yıllık kulüplerin birbirleriyle yapacakları maçlar daha çok bu tip ekstra görüntülere şahitlik edecektir ve birileri üzülüp birileri sevinecektir. FB ve GS açısından da zor bir durum tabii; bir yanda 3. Yıldızı takma durumu olan, bir şampiyonluk daha kazanırsa maddi olarak da iyice rahatlayıp belki önümüzdeki yıllarda arayı açabilecek bir rakip, diğer tarafta ise iktidarın desteğiyle kurulmuş, bizim vergilerimizle İBB olarak semirmiş, bugün gazeteci dövüp sıyıracak küstahlığa erişmiş bu devrin proje takımı; bundan yıllar sonra adı bile anılmayacak bir kulüp. Sonuçta ipler yine bizim elimizde. Dün oynanan oyun ve sergilenen mücadeleye bakınca kalan 4 maçı kazanmamız çok da zor değil ve Başakşehir’in de Trabzonspor gibi zor bir deplasmanı var. Tabii gönül isterdi ki artık bu aşamada göbeğimizi kaşıyarak şampiyonluk kutlamalarına başlasaydık, ama mevzu bahis Beşiktaş ise acı çekmeden gelen mutluluk bünyede rahatsızlık yaratır. Beşiktaşlının hayattaki önemli sınavlarından bir tanesi de Beşiktaş’tır!
mail: gorkem.isik@abcspor.com
twitter: @saturnocontro3