Yönetim biliminde “sandviç taktiği” denen bir taktik vardır. Buna göre, karşınızdakilere bir performans bildirimi yaparken ilk once doğru yaptıklarını, daha sonra geliştirmesi gereken yönlerini anlattıktan sonra en sonunda geleceğe dönük pozitif temennilerinizi söyleyip sandviçi kaparsınız. Ben de Fenerbahçe-Bursaspor maçını bu taktikle sizlere anlatmaya çalışacağım.
Sandviçi açalım ve ilk önce güzelliklerden başlayalım:
3 gün once kendi sahasında Fenerbahçe Molde’den ağır bir yenilgi almıştı. Takım, taraftarı tarafından ıslıklanmış, rakip oyuncular ise centilmence alkışlanmıştı. Bayram nedeniyle İstanbul bomboştu. Öte yandan, İBB trafikte, alışılmışın aksine her yer yemyeşil olmasına rağmen, dün gece Şükrü Saraçoğlu taraftarının dolu türbünlerinde “sapsarı lacivertti”. Fenerbahçeliler, takımlarını yalnız bırakmamak için tatile çıkmamayı seçmişlerdi sanki… En büyük güzellik takımını yalnız bırakmayan taraftardı.
Takımdaki güzelliklere gelirsek:
İlk 40 dakika Fenerbahçe gerçekten iyi bir performans ortaya koydu. Rakibine nefes aldırmadı. 5 pas yapamadılar neredeyse bu süre zarfında. Zaten ortadaki Topal-Raul-Ozan üçlüsünün aslında en büyük artısı bu. Rakip gelirken doğru hamleleri yaparak defansı rahatlatmak. Yapamadıkları şey ise yaratıcık. Pardon negatifler daha sonra…
Bu üçlüden dün Raul ekstra oynadı. Aslında ekstra sözü yalnış oldu. Oynaması gerektiği gibi oynadı sonunda. Oyunun iki yönüne de çok iyi katkı verdi. Molde maçından sonra, kanımca Pereira kendisini bir kenara çekip bir konuşma yapmış olmalı. “Bak Raul, böyle hareketsiz oynarsan”la başlayan…
Öne çıkan ikinci oyuncu Hasan Ali’ydi. Dün gece olağanüstü bir oyun oynadı. 2. golde yaptğı assist sonrası Sercan Yıldırım’ı tarihe geçirdi. Sercan, Hasan Ali’ye ne kadar teşekkür etse azdır. Geldiğinden beri neredeyse 100 maçın 80’inde yedek kaldı Hasan Ali. O ise hiçbir zaman küsüp performansını düşürmedi. Bu tarz oyuncular (Selçuk Şahin ve Bekir İrtegün de buna bir örnektir aslında) bence bonus saygıyı hak ediyorlar. Futboldan gerçekten anlayanlar da bu hakkı veriyorlar. Diğerleri ise yaptıkları ilk hatada hömkürmeye devam ediyorlar. Bu yazının amacı kimseleri değiştirmek değil elbette…
Dün ilk defa Markoviç’i ilk 11’de seyrettik. Bu ligin, büyük ihtimal en hızlı, patlamalı oyuncusu. Biraz savruk. Taraftarın aşık olacağı tarzı var. Dün uzun süre sonra stadta “Rıdvan” sesleri yükseldi…
Nani… Son yazımda yazdığım gibi takımın gerçek lideri… İsyankar, sorumluluk alıyor, zevk alıyor, veriyor… Gerektiğinde dik duruyor…Kahraman olmak isteyen, gündeme çıkmak isteyen Türk hakemleri için iştah kabartıyordur eminim. Bu konuda dikkatli olmalı.
Son güzellik Uygar Mert… Dün uzatmalarla beraber sadece 12 dakika oyunda kaldı. Sanki uzun süredir bu formayı giyiyor gibiydi. O girdikten sonra Bursaspor Fenerbahçe kalesinden uzak kalmak zorunda kaldı. Sabırla devam et Uygar…
Şimdi çirkinliklere, kötülüklere, siz ne derseniz deyin, geliştirilmesi gereken yönlere geçelim isterseniz:
- dakikadan sonra Fenerbahçe alarm vermeye başladı. İlk yarının son 5 dakikasında takım durdu ve rölanti moduna girdi. Açıkçası devre arasından sonra bu durumun değişeceğini düşünmüştüm ama tam tersi oldu. Bu tip durumlarda orta sahada top tutabilen, doğru koşuları yapabilen ve gerektiğinde koridor pas atabilen orta saha oyuncularına ihtiyaç olur. Az önce saydığım orta saha bu yönden oldukça eksik maalesef. Rakibe sadece iyi basıp oyunun kontrolünü elde tutamıyorsunuz. Dün akşam Ozan, Raul’e bu anlamda destek olabilseydi bambaşka bir maç izleyebilirdik. Daha kredisi var tabi ki…
Dün akşam Alves-Kadlec ikilisinin en büyük şansı bu yıpratıcı orta saha üçlüsüydü aslında. Buna rağmen rakip ne zaman üstlerine gelse pozisyon buldu. Benim gözümde bu ikili Kjaer-Ba-Topal’dan sonra geliyor. Daha önce de yazdığım gibi Alves kontratının bitişi beklenmeden devre arası gönderilip yerine süpürücü-süratli bir stoper alınırsa takımın önü açılır.
Fenerbahçe’de son konuşacağım oyuncu Van Persie... Dün girer girmez golünü atarak 3 puanın kazanılmasına büyük katkı yaptı. Öte yandan oyuna girerken Pereira’yla dialoğu ve maç sonu oynamamasının yarattığı üzüntüyü gündeme getirmesini oldukça talihsiz buldum. Böyle tecrübeli bir oyuncu kendi kariyeri ve isminin gücünden faydalanarak hocasını aslanların önüne atmamalı. Tam tersi ondan “hocamın kararına saygı duyuyorum, hazırım, forma bekliyorum” tarzı bir açıklama beklerdim. Üzüldüm…
Şimdi biraz da çirkinliklere gelelim:
Dün akşamki maçın nereli olduğu önemli olmayan hakemi Barış Şimşek… Dani’nin (kafiyeli arkadaşı) Nani’nin bileğine arkadan basmasına göstermediği kırmızı, Uygar’a Serdar’ın yaptığı harekete çalmadığı penaltı, Raul’un kaleciyle karşı karşıya pozisyondaki ofsayt olmayan pozisyonu gibi onlarca çalınan-çalınmayan düdük. Güle güle git Barış Şimşek!
Dün bir de Ertuğrul Sağlam klasiği vardı tabi… Her Fenerbahçe maçında tribünleri tahrik etmek için maçın 4. hakemiyle arasına kırmızı hat çekiyor. Ve yine her Fenerbahçe maçı snrası hakemlerden yakınması artık kabak tadı veriyor.
Dün maçtan sonra “hakemler, Türkiye’de İstanbul yakımlarını kolluyorlar. Ondan sonra Avrupa’ya çıktıklarında gerçek hakemleri gördüklerinde çuvallıyorlar” anlamında cümleler sarf etti. Kendisine daha önce Beşiktaş’ı çalıştırdığını ve Beşiktaş’ın Liverpool’a 8-0 yenildiğinde kulübede kendisinin oturduğunu hatırlatmak isterim. Saygılar…
Son çirkinlik Türk medyası… Dün akşam spor programarının bazılarına bakınca midem bulandı. Sanki yukarıda bahsettiğim pozisyonlar hiç yaşanmamış gibi davranan, görmemezlikten gelen “konuşmacılar” (öyle “yazar” filan gibi sıfatlar ağır olur) mı ararsınız, maçtaki performanstan hiç konuşmayan sadece Pereira-Van Persie polemiğine takılanları mı…
Maçtan sonraki Pereira’nın basın toplantısında sorulan sorular ise, medyadakiler için ötenazi hakkını kullanmak gibi birşeydi. Sorulan sorulardaki küstahlığa sadece 2 örnek:
“İsmail Kartal’dan ne farkınız var sizin?”
“Beşiktaş maçına 1 hafta var. Bu 1 haftada ne değişecek ki Fenerbahçe iyi oynayacak?”
Söyleyecek söz bulamadım ve utandım kendi adıma…
Dün geceki maç önemli bir maçtı. Hem takım, hem taraftar başarıyla bu sınavı atlattı. Bundan sonra yapılması gereken, Pereira’nın takımdaki iletişimi üst düzeye çıkarması ve taraftarın daha az televizyon seyredip, gazete okuması. Ben Ajax ve Celtic maçlarını çok önemsiyorum. Burada alınacak iyi sonuçlar ve performans takımın karakterinin oturmasını sağlayacaktır… Bu portansiyel var…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail : ozan.gulseni@abcspor.com
twitter : @ogulseni