Beşiktaş’ımın dertleri yetmezmiş gibi İtalya seyahatimde Milan’lı dostlarımın kederini görünce iki kelam etmek farz oldu. Malumunuz, İtalya’nın da üç büyükleri Juventus, Milan ve Inter’dir. Bunların yanına Trabzon misali Roma’yı da 4. Büyük olarak ekleyebilirsiniz.
Her ne kadar bizim üç büyüklerle tam bir kıyaslama yapmak zor olsa da biraz zorlamayla Juventus’u en fazla ve her sosyo-ekonomik kesimden taraftar sahibi kulüp olarak Fenerbahçe’ye; Inter’i adının Internazionale olması ve İtalyan futbolunu uluslararası arenada temsil etmek amaçlı kurulması yüzünden bir de daha varlıklı ve snob taraftar kitlesi nedeniyle Galatasaray’a benzetirsek, Milan da daha işçi sınıfı ve mütevazı insanlara yakınlığı ve 3. Büyük olması nedeniyle Beşiktaş’a benzetilebilir.
Maalesef daha fazla olmasını isteyebileceğimiz benzerlikler ancak bunlarla sınırlıdır çünkü her üç kulübün de İtalyan milli futbol takımının da uluslararası başarıları bizim annemizin liginde kazandığımız kupalardan bile belki fazladır.
Milan’ın efsane zamanları ise 60’larda Gianni Rivera’nın kaptanı olduğu ve Avrupa Şampiyonlukları’nın başladığı dönem. Ardından uzun bir suskunluk ve 80-81 sezonunda bahis skandalında küme düştükten iki sezon sonra tekrar küme düşmesi kulübün tarihindeki kara lekelerdir. 80’lerin hızla parlayan becerikli işadamı Berlusconi’nin 20 Şubat 1986’da kulübü satın almasıyla borç batağında debelenen Milan sihirli bir değnek değmişçesine yükselişe geçer ve kara bulutlar hızla dağılır.
Hollanda’nın muhteşem üçlüsü Gullit-Van Basten-Rijkaard, yerlilerden Ancelotti, Donadoni, Baresi, Tassotti, Maldini ve Costacurta’nın başına bir de hoca olarak gelen Arrigo Sacchi benim şahsen kulüp bazında en zevk aldığım futbolu izletmişlerdi. Milyonlarca diğer futbolsever de herhalde benim gibi düşünüyordu ki World Soccer dergisinin yakın bir tarihte yaptığı bir ankette 1989-90 sezonundaki AC Milan kadrosu gelmiş geçmiş en iyi takım seçildi.
Ardından bayrağı devralan sempati güzeli Fabio Capello da ivmeyi kaybetmeden 94 Şampiyonlar Ligi finalinde Barcelona’yı 4-0 gibi ağır bir hezimete uğratınca Berlusconi siyasetteki hızlı yükselişini sahip olduğu takımla da taçlandırdı.
Tıpkı başkanları gibi kulüp de 2000’lerin sonuna kadar Ancelotti’nin antrenörlüğünde Shevchenko ve Inzaghi gibi muhteşem forvetlerle çıkışını sürdürdü ve yine kupalara ambargo koydu ama 2006’daki Calciopoli skandalında Juventus ile birlikte en çok etkilenen 2. kulüp oldu ve 2008’deki global krizle birlikte İtalyan ekonomisinin aldığı yarayla İtalyan futbolu da son 5-6 yıldır büyük bir durgunluğa girdi ve düşüşe geçti.
Tartışmasız olarak İtalya’nın Avrupa çapında en başarılı kulübü olan AC Milan’ın 7 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kupası , 2 Kupa Galipleri Kupası ve 5 Süper Kupa Şampiyonluğu bulunmaktadır.
Son yıllarda Berlusconi’nin yaşadığı sorunların etkisiyle ve Galliani’nin de eskisi kadar kulübü çekip çevirecek gücünün kalmaması nedeniyle büyük sıkıntı yaşayan Milan bu yıl Avrupa kupalarına bile gidemedi. Balotelli gibi bir başbelasını elinden çıkaran takım eski şaşalı transferleri de yapamadığı için tünelin ucunda pek bir ışık da görünmüyor.
Genel olarak bütün İtalyan futbolu için geçerli olan bu sıkıntıyı Juventus ciddi ve sistemli bir yönetimle, Inter ise Moratti’nin nihayet hisselerinin büyük kısmını Endonezyalı işadamı Erick Thohir’e devretmesiyle aşmaya çalışıyor. Ancak Milan için görünen o ki Berlusconi’yle iyi günde kötü günde beraber olmaya devam edecek gibi. İşin kötü tarafı bu saatten sonra Berlusconi’yi pek de iyi günler beklemiyor ve o yüzden de Milan kurtarıcısını arıyor. Umarım ki tez zamanda gelir ve Milan’la beraber İtalyan futbolu da eski ihtişamlı günlerine döner.