3-4-5 ÜÇGENİ
1994 Şubat ayında İstanbul-Amsterdam uçağında Hürriyet Gazetesi’nin spor sayfasındaki bir yazı dikkatimi çekmişti. Merhum Eşfak Aykaç’ın futboldaki sistemler üzerine olan makalesi o dönem benim gibi bir lise öğrencisi için hazine değerindeydi. Çünkü internetin yaygın olmadığı o dönemlerde futbol ile ilgili, işin teknik taktik derinliğine inen neşriyatları bulmak neredeyse imkânsız idi.
Uçaktaki gazeteden kestiğim o makaleyi 25 seneye yakın cebimde taşıdım ve ara ara çıkarıp tekrar okuyarak feyz aldığım zamanlar oldu.
Futbolun kıta Avrupası’nda oynanmaya başlamasına müteakip İngiltere, Hollanda, Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkelerden yayılan ve günümüzde de rötuşlarla kullanılan sistemler hayatımıza girdi ve çıktı.
Futbolda sistemler genelde moda ve trend gibi yayıldığı için kıtanın ve hatta dünyanın dört yanında tatbik edilmeye başlandı. Herkesin insan kaynağı kalitesi aynı olmadığı için her sistemi herkes aynı şekilde uygulayamadığından sistemlerin evrilmesindeki ana faktör tez-antitez yaklaşımı oldu. Bu da futbol sistemlerinde müteselsil bir durum ortaya çıkardı. Futbol dünyası hiç sistemsiz kalmadı.
WM ile başlayıp 4-4-2’ye dönüşen, diamond’dan katenaçyo’ya oradan da 3-5-2’ye dönen, 3-4-3 ile yeni yüzyılı başlatan, sonra 4-3-3 ve 4-2-3-1 ile devam eden sistemler silsilesi günümüze kadar geldi. Bugünlerde yine 3’lü mü 4’lü mü tartışması yapılmaya devam ediyor.
Futbolun emekleme dönemlerinde İngilizler’in ve İskandinavların geleneksel olarak kullandığı, fizik kalitesi yüksek hücumcuların kenar ortaları ve uzun toplar üzerinden kurgulandığı, kick & run mentalitesi ile sahaya tatbik edilen 4-4-2 formasyonu uzun süre geçerliliğini korudu.
60’ların ortasında Helenio Herrera’nın Inter’i iki kez Avrupa’nın en büyüğü yapan Katenaçyo sistemi, hala tartışılsa da bir devrim gibi futbola girdi. Futbolun seyir zevkini öldürdüğü iddia edilen bu pragmatik savunma mentalitesi birçok Akdeniz takımı tarafından havada kapıldı.
70’ler ise dünyanın konjonktürüne paralel olarak daha özgürlükçü bir mentaliteyi bizlere sundu. Rinus Michels öncülüğünde başlayan Total Futbol ekolü Ajax ve Hollanda’nın Dünya’nın en gözde takımları olmasına olanak tanıdı. Bu dönem Brezilya’nın yavaştan duraklama dönemine girdiği dönem olarak da adlandırılabilir.
Brezilya, 1950’lerden bu yana ezeli rakipleri Arjantin ve Uruguay’ın aksine sert Avrupa futbolunu asla içselleştirmedi. Arjantin ve Uruguay’ın demografik nedenlerle daha çok İtalyan etkisinde olması ama Brezilya’nın futbol kökleri olarak daha ziyade İngiliz etkisinde olması da bunun sebeplerinden birisi olabilir. Brezilya 1982’de zirveye çıkan “joga bonito (güzel oyun)” ile pragmatizme senelerce meydan okudu.
1980’lere gelindiğinde oyunun felsefesine etki eden iki adam Piontek ve Bilardo idi. 3-5-2 gibi bir sistemin yaygınlaşmasına katkıları büyük oldu. Piontek’in Danimarka’yı ,Euro’84’e götürdükten sonra, ülke tarihindeki ilk Dünya Kupası katılımı olan Meksika 86’ya götürmesi ve orada oynattığı futbol tam bir peri masalı idi. Bugün hala Danimarka’nın Euro’92 zaferinden ziyade Meksika’da oynadığı futbol konuşuluyorsa en önemli sebeplerinin başında devrimci nitelikteki 3-5-2 uygulaması gelmektedir.
Piontek’in uygulaması Danimarka’ya kupayı getirmemişti ama Bilardo’nun Arjantin’e oynattığı 3-5-2 o turnuvadan zaferle ayrılmasını sağlamıştı. Tabi elinde Maradona gibi elmasın olması ona 1+10 gibi bir sistem şablonu çizme olanağı vermişti. Bilardo, Piontek’e göre daha defansif bir 3-5-2 oynuyordu ama turnuva bittiğinde kupa ellerindeydi.
90’lara geldiğimizde Brezilya büyük bir kuraklık içindeydi ve kurtuluşu o güne kadar Avrupa futbolunda pek adı duyulmamış daha düşük profilli bir hoca olan Pareira’da buldular. Pareira, artık Avrupa liglerinde oynayan Brezilyalı futbolcuları dünya gerçeklerinden uzaklaştırmadan, ayakları yere basan ama bir o kadar da sıkıcı bir futbol ile USA’94’e çıkarmıştı. Diamond ve flat 4-4-2 ile kupaya uzanan Brezilya dünyada retro bir dönüşümün fitilini yakıyordu.
Dünya yüzyılın sonuna doğru yüzyılın başına dönüyordu. Bir anda tandem kavramı günlük hayatımıza giriyor ve herkes bunu konuşuyordu. Kanat beklerini hücuma çıkardığında savunmayı 2 kişi ve önündeki defansif orta saha ile yapmaya başlayan takımlar hücuma bir oyuncu fazla göndermenin avantajlarını senelerce yaşadılar ve dünya yeni bir milenyuma girdi.
21.yüzyıla girdiğimiz dönemde dünya dörtlü savunma çevresinde dönerken Brezilya Uzakdoğu’ya Scolari ‘nin 3-4-3 sistemi ile gitti. Sağ ve sol stoperleri bek gibi de kullanan bu sistem Dünya Kupası’nın kazansa da kulüp takımlarında pek bir karşılık göremedi.
21.yüzyılın ilk 20 senesi ağırlıklı olarak Guardiola’nın tiki takası ve Klopp’un gegen press’i ile domine edildi. Bu iki sistemi daha önce de yazdığım için detaya girmesek de olur ama bu iki ekol dizilişten ziyade oyun felsefesi ve strateji ile alakalı idi. Genel olarak birbirinin antitezi olan bu iki oyun zamana yayılmış uzun soluklu takımların elinde mükemmeliyete doğru evrilen sistemler olarak tarihteki yerini aldı.
Pandemi sonra oynanan Euro’ 21 ve Qatar’22 ile tekrar 3’lü sisteme doğru kayış başladı. Günümüzdeki 3’lü sistem daha mobil bir savunma ve hücum anlayışının uygulanması ile hayata geçti.
94 senesinde (Dünya Kupası henüz oynanmamıştı) uçaktaki gazetede okuduğum tüm sistemsel detaylar 30 sene sonra küçük revizyonlarla tekrar hayatımıza girdi. Bu dönemde Pep’in John Stones, Nathan Ake ve Manuel Akanji kullanımı bunun en önemli örneklerinden biriydi.
Hokey ve hentboldaki gibi savunmada başka yerleşim, hücumda başka pozisyon alma konusunda başarılı olan çok yönlü (versatil) oyuncuların, bek özellikli stoperlerin, kanat özellikli iç orta sahaların, santrafor özellikli merkez orta sahaların ve patlayıcı kanatların oyunu domine ettiği bir döneme girdik.
Benzerini Klopp’un direkt kanatlarla sonuca giden buçuklu bek (T.A.Arnold) kullanan presli oyununda da gördük. Bu sistem kanatları kapatan iç orta saha ( J.Henderson)’nın aynı kanatta hem Salah hem de Trent’i nasıl tolere edebildiğini bize gösterdi.
Normal düzende hocalar daha homojen kanat dağılımı yaparken Klopp’un tüm yumurtaları aynı kanada koyması gerçekten büyük riskti ama sonucunu iyi kurgu ve akıllı fizik güç kullanımı ile aldılar.
Bu iki hocanın bizim futbola bakış açımıza kattıkları en büyük artı aslında bu işin temelinin, aynı hayatın geometri üzerine kurulmuş olması gibi, futbolun da üçgenler üzerine kurulduğunu göstermeleri idi.
Dünyada bütün bu olaylar cereyan ederken Türkiye bu sistem tartışmalarının neresinde diye soracak olursanız genel olarak başarısı tartışılabilecek iyi bir taklitçi olarak kaldı, diyebiliriz. Biz ülke olarak olaylara sistemsel bakamadığımız ve günlük yaşadığımız için olayı ancak 3’lü mü oynasak yoksa 4’lü mü tartışması üzerinden yapabiliyoruz.
Bu rakamların derinindeki felsefe, strateji ya da mentaliteye kafa patlamak bizim gündemimizde hiçbir zaman olmuyor.
Sürekli anlara ve duruma göre reaktif hayatlar yaşayan bir güruha dönüştüğümüz ya da hep öyle olduğumuz aşikardır. Taraftar, yorumcu herkes maç izlerken sistem profesörü kesilip ahkam kesebiliyor ama o iş ne kadar kolay ya da sahadaki durum, insan kaynağın ona uygun mu diye kimse sormuyor.
İşin özüne baktığımızda dizilişler bir oyun esnasında sadece santra vuruşu esnasında net görebileceğiniz bir konudur. Geri kalan sürede çarpışan taktikler, stratejiler ve hamlelerdir. Bir nevi satranca benzetebiliriz. Diziliş sadece açılışta net olarak gözükür ama ondan sonra çarpışma başlar.
Taktik ve stratejilerin oluşumu zaman alır ve bir gecede olacak bir konu değildir. Bu iş bilgisayar oyununda sistem değiştirmeye benzemez. Elalem seneler boyunca kafa patlatıp, tohumdan fidana ve devamında ağaca doğru bir yapı oluşturmaya çalışırken hayatı üretmek yerine kopyalamak ile geçen bir coğrafyanın kestiği ahkamın geçer akçe olması pek de mümkün değildir.
Avrupa’da Endüstri devrimi olurken senin ataların ne işle iştigal ediyorsa günümüzde de aynı durum geçerlidir. Onlar düşünür sen ahkam kesersin.
Senin ilk olarak bir felsefen olacak; sonra bunun üzerine kuracağın bir temelin ve son olarak da temelin üzerine binayı kuracak bir sistemin; aksi halde ben en büyük 6.ligim, ben büyüğüm falan diye gezer sonra da milletin 18-20 yaşındaki bebelerinden tokat yer evine dönersin.
Ülkemizde futbol gündemi yangın yeriyken eline tarak alarak gezmek yerine kalem alarak gezmenin ve derinliklere kafa patlatmanın ehemmiyetini anlatmak istedim.
Naçizane…
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu günler diliyorum.
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78