https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

SAADET VS. SELAHATTİN… (NBA FİNAL SERİSİ DEĞERLENDİRMESİ)

Okunması Gerekenler

NBA’in 2016-17 sezonu, bu sabaha karşı oynanan bir maçla sona erdi.

Bu maçın özel bir önemi var mıydı, derseniz, her kafadan farklı bir ses çıkabilir. Örneğin, “modern basketbolun azizliği”, “tempo ve alan paylaşımının zirvesi”, “endüstriyel sporun yarattığı süper atletlerin basketboldaki izdüşümü”, “Fadime’nin Düğünü”, “Deli Dumrul ve Kanturalı” gibi nice söylemi dile getirmek gayet mümkün.

İşin esası, bu maçın neticesinde, sezona “73-9 ile rekortmen olmuş ama şampiyonluğu kazanamamış takım” payesiyle başlayıp, ligin eski MVP’lerinden, en formdaki, en mühim 2-3 oyuncusundan ve tarihin gördüğü en özel skorerlerden birini de kadroya katarak “süper-über-ultra-Castro-GTX-Magnatech-Mitsubishi-Canter-Turbo-Intercooler” bir kadro yaratan Golden State Warriors, son iki yılı karşılıklı vuruşarak ve birer set (meali, yüzük) paylaşarak geçirdiği, geçen yılki tüm rekortmenliğinin fiyakasını bozan, caka satan sabık rakibi “LeBrongiller A.Ş.”yi 4-1 ile mağlup edip, arzu ettiği, uğruna ölüp bittiği şampiyonluğa ulaştı (tebrikler, alkış ve takdir sesleri).

Birer set paylaştılar derken, kulağa bu iki takım bir masa tenisi maçında kozlarını paylaşmış gibi gelmesin – yok yok, tam da böyle düşünmeniz makbüldür aslında. Evet, gerçeğin ta kendisidir bu: Cavs ve Warriors, buz hokeyi ile başlayıp çiftler tenis dalında sürdürdükleri triatlonda, “ölümüne” oynanan bir masa tenisi turnuvası ile muhteşem bir finale imza attılar. Ping ve Pong, hiç bu kadar hızlı, öfkeli, acımasız ve delifişek olmamıştı.

Bildiğimiz tek şey, bilmediğimiz bir basketbol seyrettiğimizdir.

Bu basketbolu, önümüzdeki bir on yıl boyunca daha da iyi öğrenmek durumunda kalacağımız aşikâr. Peki, gerçekten de basketbolun bu yeni cici versiyonunu bilmek istemekte miyiz?

İşbu seriden misallerle inceleyelim sorumuzu:

LeBron James, kaybettiği şampiyonluğa nispet yaparcasına, final serisini triple-double bir ortalamayla noktaladı ve tarihte böylesi bir ilki başardı. Hatta, tıpkı 2015’teki gibi, yüzüğü kaybetmesine karşın finallerin MVP’sini epey hak ettiğini İddaa’ya soksak, günaha girmiş olmayız. Yani, ikinci bir “Jerry West vakası” da görmemiz gayet mümkündü. Eh, Magic Johnson ve Oscar Robertson’dan tutun da, Jason Kidd’lere, Majesteleri Jordan’lara, Hakeem’lere, Wilt’lere, Russell’lara, Hondo’lara ve hatta finallerde yaptığı resmi quadruple-double’ı gayrı resmileştirilip dev oranda mağdur edilen Timmy Duncan’ımıza kadar, bu aşamada (bkz. final) böylesi bir “marka bitiricilik”e rastlamamıştık. Dahası, o Magic Johnson’ın tüm zamanlarda NBA Finallerinde en çok triple-double yapma rekorunu da haliyle imha etti LeBron. Rekorlarımız böylelikle eskisinden daha beyaz hale geldi!

2016’da bizi alıştırdıkları rutini, sırf biz turuncu ve siyah sevdalıları için terk etmeyerek efsane bir jest yapıp ahlâk dersinin daniskasını veren bu iki takım, söz konusu âdet uyarınca (belki bu, aralarında imzalanmış gizli bir sözleşmenin maddesi de olabilir) yine ilk iki maçın ev sahibinin insafında oynanmasını sağladı. Örf ve töre icabı, konuk takım haddini bildi; iki adet koğuş ağası dışında kimse maçta pek gıkını çıkartmadı. Hatta Drew Amca lakaplı olanı iyice bir sereserpe yattı, yayıldı. Ev sahibi ise, bu yılki BJK misali korner direklerine kadar (aha, futbola da bulaştık) topu indirip kuvvetli bombardıman tehdidi yarattı ki, Durantula isimli 73 bacaklı zalım, rakibin boyalı alanına cennetten düşen ilk smaç tanesi olabilsin.

İki maç da, birbirinin karbon kopyası gibi oynandı. Hatta ev sahibi takım, bir ara 130lu sayıları gördü. Atom mühendisi olsalar maçı 900’lü hatlara kadar götürebilirlerdi, ama onların da terbiyesi tamdı. Bizi halen ayakta tutan şey, işte bu köklerimiz, geleneklerimizdir. Karşılıklı saygıdır. Edeptir. Dakika başına iki potaya atılan karşılıklı beş güdümlü füzedir. Hücum başına 1 sayıdan fazla atma düsturudur. Falandır ve filandır.

Tabi üçüncü maçta, yeni ev sahibine iade-i ikramda bulunmayan Warriors, tam tabirle “sütü bozuk” çıktı. O ne maçtı öyle… Her şeyin sarpa sardığı bir sünnet düğünü seyrettik. Kısır gününde sırası gelen Cleveland tüm jürilerden (yani mahallenin dobili kokonalarından ve duvar dibinde iş çeviren delikanlılarından) tam puan toplasa bile, dantelli tepsinin üzerine çıkardığı tam altın, konuk ekibin tüm haset damarlarını şaha kaldırdı. Meğer, tek seferde 11 adet Reşat altın dizmek için bu Durantula ve ekürisi Akrep Curry tabağın dibindekileri sıyırma faslını beklermiş! Tüm günün nizamını tam beş dakikada alaşağı etti bu cemiyet düşmanları. Racon bitti, “Muhammedi Ali” Klay özüne döndü, yine anca yumurta kapıya dayanınca akıllanan, silkinip edebiyle salonun dört köşesine nakış gibi turnikeler yerleştiren Drew Amca galiz bir sinkaf savurdu. Her şey, işte orada değişti…

“Bu yaptığınız Poyraz Karayel kanunlarına sığmaz, siz iyice Muhteşem Yüzyıl’a bağladınız!” diyerek haykıran Başbuğ LeBron (kimi televizyon kanallarında Levraam veya Libram diye de bilinir), dördüncü maçta işi azıttı. Vallahi de azıttı, billahi de azıttı. Zaten o güzel insanlar da o vakit o gemilere binip gittiler. Atışmalar, kapışmalar, teknik-taktik penaltılar (aha, yine futbol geldi) derken, takımın nâmına özenip atlı başı gibi şahlanan Cleveland ahalisi, bir çeyrekte 48, bir devrede de 86 sayı falan attı. Üç maç Rihanna görmenin sonu budur zaten, aşırı dozdan belliydi böyle olacağı. Alın size kapı (gıcırtısı) gibi yeni rekorcuklarımız. Üçlü beşli (yok yok, üçlü üçlü) dizilişlerine bakarsanız o sayıların, rekor için başka nurtoplarımızı da görebilirsiniz (halbuki basketbol topuyla oynanması lazımdı bu meretin). Hatta Cleveland bir ara 140 sayıya göz dikip Şirinler’i bile görmeye yeltendi, ama ağzıyla şut atmasını beceremediği için 137’de kaldı (zaten ben de seriye olan ilgimi bu noktada kaybettim). Drew Amca deseniz 40’lık delikanlı çıktı yine. Lâv ve Junior (kısaca J.R. da derler ama burası Dallas dizisi değil) bile işi ciddiye aldı saldırırken, oradan hesap edin. Tabi Cleveland mızıkçılık edip yıllanmış üçlük makinası Fryed Chicken‘ın yerine yine Richie Rich, (hemen hiç katkı vermemeyi seçen) Şeytan DeWil ve Korvus gibi ihtiyarları seçtiği için Zazapaçu isyan edip her bulduğunun ürolojik bölgelerine masaj yaptı, ama bunlar sadece harika detaylar. Çünkü finalde, Western ile (nihayet işinin başına geri dönen) Tristo’nun busesi dışında hiçbir şey akılda kalmayacaktı…

Bittabi böylesi bir feveranın cevabı da aynı frekansta olacaktı. Igudal, Living Stones, BigMac-Gee, minik McPatrik gibi kulübeciler bu sabah topa öylesine burun vurdular ki, nasıl abandıklarını yedi mahalle öteden duyduk. Aslında ilk iki çeyrek dilimde pastayı yine Doğu züppesi hovardalar gımçıkladı, ama Durantula’nın Duran Duran’a evrilmesiyle pastaya uyku ilacını boca eden Altın Çocuklar, rakip için beyazı laciverte çevirdiler. Tüm seri boyunca terbiyesini sadece gereksiz anlarda feci bozan YeşilDray de Ferrari’sini bilgelerden geri kökünce, Cleveland’ın hainlik yapacak tüm vakti çalındı. 129 sayı falan attı bu uğurda Kahraman Kral’lar. Ve neticede, James Jones değil, Danthay Jones değil, Damian Jones paha biçilmez çabalarının ödülünü alan taraf oldu. Zaten Imansız kötü oynarken, şampiyonluk Cleveland’ın neyine gerek? Dünya yansa anlamı olmazdı…. Tabi işleri Tristo’ya devreden Lâv yine hücumda yokları oynadı, Zazapaçu da sahaya, bu mikemmel modern basketbola yakışmadı…

Küçümsememek lazım. Bu uğurda Durantula icabında “Best Russ”ını bile kırmayı göze almıştı. Eh, hayrını görecektir nasılsa...

—————————————————————————-

Süper-takım’ların tarihçesi, Jerry West, Gail Goodrich (bu zat, Elgin Baba gittikten sonra icazet alıp Melekler Şehri’ne gelmiş ve takımın gözüne girmiştir) ve Elgin Baylor’a katılıp Russell’ın Yoncaları’na kafa tutmak isteyen Wilt’e, yani 1969‘a kadar gider (fazla eskiymiş yahu… Âdete dönüşmesi bile gayet mümkünmüş meğersem). Süper-takım’ı 2+1 veya 1+2 süperyıldız, yani iki mevcut galaksiye yeni bir galaksi (veya tam tersi) eklenmesi olarak şeyedersek, aklımıza birkaç adet tarihi emsal gelebilir. Mesela Charles Barkley’nin Hakeem ve Clyde’a katılması, sonra Pippen’ın Hakeem ve Barkley’e katılması, Shaq ve Kobe’ye yanaşan Postacı ve Eldiven‘in (ormanda Karl Malone ve Gary Payton olarak bilinirler) kantarın topuzunu kaçırması, Paul Pierce’a Garnett ve RayGun’ın iştiraki, Kobe ile Bynumcuk’a Pau Gasolün misafir oluşu (yatıya bile kaldı), Chris Paul’ü kimsenin sevmeyişi, sonra onun da gidip Blake ve DeAndre’ye LobLob yaptırması, Bob McAdoo’nun Magic, Worthy ve Kareem’e komşu gelmesi, Dantley ve Aguirre’ın Bad Boys’a vardiyalı hizmet etmesi, ve tabi, en günceli, “Haksızlık” diye özetlenen LeBron-Bosh biraderlerin Wade’e iştiraki, tarihte çoktan yerini aldı, lakin;

Bu dahil olmaların içerisinde en çok eleştirilenler, yani Barkley-Clyde-Hakeem; Shaq-Kobe-Karl-Payton, Pierce-Garnett-Ray ve LeBron-Bosh-Wade, Durant-Golden State işbirliğinden biraz farklı. Teoride işlem benzeşse bile, Barkley, Karl, Payton, Garnett ve Ray bunu yaptıkları vakit çoktan 30’lu yaşların üzerine çıkmış, buna rağmen hiç yüzük kazanamamış ve yamacın iniş kısmına yaslanmışlardı. Hatta Boston üçlüsüne Jermaine ve Shaq O’Neal (yüzük açısından bu denklemde istisnadır tabi Kocaoğlan) eklenince bile denge şaşmamıştı, çünkü tüm bu iktisaplar, neticede artık ah-vah arayışı içindeki ihtiyarlardı. Barkley, Karl ve Payton, kendilerini eleyen takımlara katılsalar bile, mazeretleri “emeklilik ikramiyesi ve hatıra yüzüğü” idi. Durant ise onların hepsinden daha genç, formunun zirvesinde ve üstelik zaten Oklahoma’daki mevcut yapısında alabildiğine istikbal vaat ediyorken bile (yatak olanından değil, hayır), gitti, kendisini eleyen rekortmen takıma katıldı. Zaten geçen yıl ibreyi şaşırmasalar, Cleveland ile finali onlar oynayacaklardı, 2012’de de final görmüşlerdi, vs. vs… Gençlik aşısı yönünden LeBron-Wade-Bosh tam da Durant’e benzese bile, LeBron ve Bosh Wade’in yanına gitmeden evvel Miami rekortmen bir takım değil, Wade etrafında enkazlaşan, Shaq’ini yitirmiş bir hurdaydı. Onlar, Durant gibi, 73 galibiyeti miras almadı, “hazıra konmadı”, muhteşem olanı daha da parlatmadı…

Ama Durant, bu tercihi neticesinde, pek çok süper-takımın aksine, amacına ulaşabilen bir isim oldu, Finallerin MVP’si ödülünü de limitine dek hak etti. Öngördüğümüz üzere, takım her durduğunda sahneye çıkıp Warriors’ın tek eksiğini mükemmelen kapattı.

Kazandı, haklı (mı?).

Bendeniz, seriyi 4-3 Cleveland’ın kazanacağını öngörmüştüm, ki birkaç ufak ayar (3. maç gibi) arıza yapmasa, şu an 3-2 Golden State üstün olacak ve seri Quicken Loans’a taşınıp devam edebilecekti. Ama Golden State, 4-1 ile kazandı. Tebrikler. Refleksif hareketlerle sirk cambazı gibi denge hastası şutlar atan Warriors + kemikkıran YeşilDray ve sapına kadar basketbolcu Durant, yine sapı samana kadar sokan basketbol devi LeBron’ın ve fırıldak Drew Amca’nın “koş-koş”çularını yendi. Seyir zevki (boyun fıtığı riskinizi gözardı ederek) yüksek sayılırdı, denilebilir. Ama tabi, ne tür basketboldan keyif aldığınız mühim bu cevapta. Benim derdim, bir finalistin diğerini yenmek için 120 sayıdan fazla atmasını gerektiren bu yeni mevcut basketbol ekolüyle. Öyle ki, 137 sayıyı görünce Cleveland’dan da soğudum ve sırf “Skills Challenge” veya Harlem Globetrotters izler gibi izledim maçları. Niçin mi?

Alan paylaşımı ve tempo, bize farklı bir oyun sunar. Daha hızlı, daha aktif ve ivmeli bir oyun. Oyuncuların idman vb. gibi faktörler neticesinde genel kaliteleri yükselmiş olabilir, fakat bu çoğunlukla onların fundamentallerine değil, atletik reflekslerine, motor hareketlerine yansıyor ve basketbol IQ’su geri plana atılıyor. Koşmak, koşarak bir oyunu oynamak, refleksleri/tepkileri geliştirip oyuncuyu makineleştiriyor; ama hesap-kitap konularına kimse artık eğilmiyor. Golden State misal, savunmada tek bir nirengi taşı (YeşilDray) barındırıp herkesi kalkındırdığı için, iyi savunma yapan bir takım değil, düpedüz “savunma takımı” hüviyetine sokuluyor otoritelerin gözünde. Cleveland ise, mermer delmek istediği dakikalar dışında, Paul Westhead’in Denver’ından bile beter savunma yapıyor. Kimilerine göre, elinden geleni yapıyor ama yine de savunma yapamıyor. Yani yaptığı savunma, işe yaramıyor. İki takımın hücumdaki yegane taktikleri ise, boş atışı bulana dek alabildiğine top çevirmek! Utah, Spurs ve 2015-16 model Boston Celtics gibi has savunma takımları ise, mecburen nal topluyor. Ve bu durum, nitelik-nicelik döngüsünün (bence) tersine dönüp yanlış yorumlanmasından çıkıyor.

Nitekim günümüzde, oynunun tek bir yönüne ağırlık verecekseniz, fiziken ileri koşan bir varlık geri koşandan her daim hızlı ve avantajlı olacağı için, hücuma yönelmeniz yeğleniyor. Savunma, yani o muhteşem “öteki boyut”, henüz dengesini kuramadı, bulamadı. Bunun sebebi ise, savunma takımlarının aynı kalitede hücum edememesi. Yoksa komple takımlar türedikçe, ki türeyeceklerdir, bu iki finaliste de gün doğmaz bir daha. Yani LeBron’u Gordon Hayward ile, Durant’i de Pau Gasol ile yer değiştirsek, Utah ve Spurs izleyince hakiki basketbolun eksiksiz bir yansımasını görebiliriz. Çünkü nitelik, daima nicelikten fazla şey ifade eder. Misal, 2004 ve 2005’te final oynayıp bir şampiyonluk kazanan Pistons, ikili sıkıştırmaları Shaq’e karşı bile kullanmazdı, bu konuda ligde tekti. Alan savunmasını da sevmezlerdi. Çünkü her pozisyonda enfes birebir savunmacılara sahipti o takımlar, ve icabında Shaq’in dilediği kadar top alıp sayı atmasını, böylelikle Kobe’nin sinirlenip bencilliğe başlamasını ve Lakers’ın hücum ritminin çökmesini bile hesaplayacak kadar Larry Brown’dı, Popovich’ti, Carlisle’dı koçlar. 2005 Spurs de aynı derecede etkili bir savunmayı, Tony Parker’a rağmen yapardı; çünkü ekibin geri kalanı, ünlü Benjamin çizgi filmindeki “Şeker Duvar” isimli kaleci gibi, geçilmezdi. Bu ekipler, Shaq gibi bir kuvvete, zirve yıllarında, hem de yanında Kobe gibi saz arkadaşları varken “dur” diyebildi.

Evet, belki bu oyun artık çok daha hızlı, tempolu, boş atışlı, dış atışlı, temastan kaçınmacı bir şekilde ve kolektif bakarsak tarihin gördüğü en yetenekli oyuncu havuzu tarafından icra ediliyor. Ama bunca müspet görünen özelliğin birleşmesi, daha kaliteli ve güzel bir basketbol oynandığını ispatlayamıyor. Fikrim odur ki, bu modern basketbol, Barcelona karşısında oynayan Manchester City gibi görünüyor. NBA, halihazırdaki ekolde basketbolun temelleri ve seyir zevki açısından o kadar defoyla dolu ki, uçan kaçan bireysel yetenekler, sahada bireysel yeteneksiz takım oyunlarından daha güzel durmuyor. Eskiden, bol bol sayı atanları severdik. Artık, sayıyı savunan olamayınca, birebir savunma yerini alan savunmasına bırakınca, nitelikle nicelik yer değiştiriyor ve sayı atmak bir meziyet olmaktan çıkıyor, eğlendirmiyor…

Kanaatimce, 2017, yani bu seviye, “Pace & Space” adına bir pik noktasıdır. Zirve, dağın, çapı en dar olan ve en sivri kısmıdır. Acıtabilir, ama iniş muhakkaktır. Üstelik, daha da tehlikelidir. Yani diyeceğim, 1980’lerin sonunda Paul Westhead’in Denver’ını, 2000’lerin savunma ekolleri arasında da D’Antoni’nin Phoenix Çöl Rüzgarı’nı ötekileştirenler, şimdi zafer şarkılarını unutmuş olabilir. Ama bu basketbol ritmi, temposu, müfredatı, oyuncuların insanî limitlerini öylesine zorluyor ki, elbet buna da bir nihayet olacak ve döngü, yeniden eski halini alacaktır.

Ben, herkes için, aşağılara bir yerlere, Pistons-Spurs ve Pistons-Lakers serilerinin görüntülerini bırakarak yazımı noktalıyorum…

Bunu saymam vallahi; herkese, basketbol keyfi dolu günler dilerim…

 

Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın

 

mail: efe.ozenc@abcspor.com

twitter: @efe_ozenc

Youtube: Turuncu ve Siyah

Son Haberler

FENERBAHÇE GİBİ

Önce kızlarımızı kutlamak istiyorum. 2 sene üstüste Euroleague şampiyonluğunu kazanan kadın basketçilerimize ve böylesine yetenekli ve karakterli oyunculardan oluşan...

Benzer Konular