PARA BELLUM

Para Bellum

Naim Süleymanoğlu, Bulgaristan’da yetişmiş genç bir Türk sporcu olarak Avustralya’dan Türkiye’ye iltica ettiğinde takvimler 1985 yılını gösteriyordu. Turgut Özal hükümeti Naim’i Seul Olimpiyatları’nda yarıştırabilmek için o dönem için büyük bir bedel olan 1 milyon USD’yi ödüyor ve bu ülkenin güreş dışında da olimpik bir madalya almasının yolunu açıyordu.

 

Her ne kadar o güne kadar Milli futbol takımımızda Erdal Keser, İlyas Tüfekçi, Erhan Önal gibi gurbetçiler oynuyordu ama bu çapta bir ithalat ilk defa oluyordu. Sporumuza ithal edilen bu isimler başarı getirmekle kalmıyor, sporun altyapısının mentalite ve fiziki olarak gelişmesine yardımcı oluyor, dolayısıyla yeni sporcuların yetişmesine de olanak sağlıyordu.

 

O günden bugüne geçen 30-35 sene içerisinde ülkemize çok gurbetçi geldi, bir çok yabancı menşeli sporcu milli formaya devşirildi ve yüzlerce yabancı oyuncu takımlarımızın formasını giydi. Başarı getiren de oldu, başarısız olanlar da ama birçoğu sporumuza, sporcumuza, kulüplerimize ve taraftarlarımıza vizyon katarak evlerinin yolunu tuttular.

 

Almanlar, kendi ülkesinden yetişmemiş ya da milli takımda oynama ihtimali olmayan herkesi yabancı adlederler ve ben de buna katılırım. Senin harcına çimento katmadığın hiç bir bina senin değildir, temeli başkası atmış sen içine makyaj yapmaya çalışıyorsun gibi gelir bana. Yanı aslında bu mantığa göre Oğuzhan Özyakup, Emre Mor, Cenk Tosun, Nuri Şahin, Kaan Ayhan vs..gibi adamların, madalya almasına bir kesimin mutlu olmadığı Ramil Guliyev, Yasmani Capello’dan pek bir farkı yoktur. Ailesinin İç Anadolu’nun muhtelif kasabasından geliyor olması onu Ramil ya da Yasmani’den farklı kılmaz çünkü her ikisinin de temeli sınırlarımız dışında atılmıştır. Bu sebepten bakış açımızı değiştirmemiz gerekir.

 

Benzer husus evini barkını bırakıp para için de olsa senin ülkene ekmeğini kazanmaya gelmiş yabancı futbolcu için de geçerlidir. Bugün Belözoğlu, 37 yaşında hala milli seviyede performans gösterebiliyorsa futbol hayatının evrilme dönemini Hagi ile geçirmiş olmasındandır. Denizli, Terim gibi hocaların da Derwall ve Piontek gibi ustaların rahle-i tedrisatından geçmesi de ülke olarak bugüne bakış açımızı şekillendiren bir gerçektir.

 

Şahsi kanaatim globalleşen dünyada yabancı ya da yerli diye bir sınıflandırma olmaz, olmamalıdır. Bu bir vizyon meselesidir. Anadolu’nun çorak topraklarından çıkıp deniz kıyısına inmek insanların hayata bakışını değiştiriyorsa, o denizlerden motorları maviliklere sürüp dünyanın spora ve hayata bakış açısını yakalamak ancak yabancı ile iletişim ve etkileşim ile olur. Aksi halde Kuzey Kore gibi kendi halinde takılır, spor yerine sağa sola bomba atıp zaman geçirirsin.

 

Ukrayna maçı öncesi tekrar ısıtılıp önümüze koyulan yabancı sınırlaması mevzusunun yukarıdaki açıdan bakıldığında mantık ile bir alakası yoktur. Tamamen gündem değiştirmek amacı güdülmektedir. Mayıs ayında FB Eurolig kazandığında tek bir yerli oyuncuya kritik dakikalarda süre vermeden oynadığı gerçeğini görmezden gelen ve hamasi nutuklar atan zihniyet şu anda Türk futbolunun önündeki tek engeli yabancılar olarak görüyor.

 

Kinayeli konuşmak gerekirse, evet yerli oyuncuların bol sıfırlı kontratlar yapıp yatmasını, yedek kalmalarına rağmen çalışmamasını, en lüks hayatı yaşayıp fakir edebiyatı yapmasını profesyonellikleri ile gözümüze soktukları için yabancılar gerçekten de futbolumuzun önündeki en büyük engeldir.

 

Bu düzenin bozulmasını istemeyen futbolcular, iktidar savaşlarında bir piyon olmakta herhangi bir beis görmemektedirler. Bu yolda Milli Takım’da beraber oynadıkları yabancı altyapılı oyunculara da aslında bir ayırımcılık yapmaktadırlar ama bunun farkında mıdırlar, tartışılır!

 

Daha önce 2019 yılına kadar iktidar savaşları olacak ve herkes safını sıkılaştırmanın yolunu arıyor derken bunları öngörmüştüm. Önce hoca-oyuncu-prim polemiği, şimdi yabancı konusu, taraf olan herkes hiç bir fırsatı kaçırmıyor. Amaç bağcıyı tartaklamak, üzümün konu ile pek bir alakası yok maalesef.

 

Bu insanlar Türk futbolunu düşünüyor olsa rakibin olan İzlanda, Hırvatistan gibi takımların ya da yıllardır izlediğimiz İskandinav takımlarının hep ihraç oyuncularla oynadığını ve tıkır tıkır performans verdiğini görür. Önemli olanının altyapıya yatırım yapıp, gerekirse 3-5 seneyi feda ederek, bu oyunculara kritik dakikalarda sorumluluk vererek gelişmenin ve dönüşmenin en sağlıklı dönüşüm olacağını bilir ya da öğrenir. Ya da koltuğunu düşünür, sağda solda kulis yapar yerini hazırlar, altında çalışan da parasına bakar…

 

Her platformda örnek gösterdiğim Altınordu yapılanmasının Türk sporu için bir düstur olması gerekir. Bizim çıkışımız üretmekten ve ihraç etmekten geçer. Biz Doğu Blok’u, Benelüx ya da Portekiz gibi konumlanmalıyız çünkü biz tüketen Batı ülkeleri kadar zengin değiliz. Bu sebepten sorunu yabancıda aramak yerine kendimizde aramalıyız. Buraya gelen iyi yabancının bizim çocuklarımıza öğrettiği ve kazandırdığı ondan götürdüğünden çoktur. Kötü yabancının da vebali iş bilmeyen yönetcidedir çünkü hiç kimse bu ülkeye zorla gelmiyor ve o paraları zorla almıyor. Vermezsen almaz, istemezsen gelmez…

 

Latinlerin çok güzel bir lafı vardır. Derler ki : ” Si vis pacem, para bellum”, yani “barış istiyorsan savaşa hazır ol”.

 

Bizim Türk futboluna huzuru ve sürdürebilir kaossuz bir ortamı getirebilmemiz için gerçekleri gören aydın kesimin bu fikir mücadelesini hiç bırakmaması ve düşündüklerini söylemeye devam etmesi gerekir.

 

Herkese sıhhat,akıl,spor ve huzur dolu bir hafta diliyorum.

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78