KELEBEK ETKİSİ

Kelebek Etkisi

Süper Kupa Finali’ni izlerken sahaya sokulan ve kelebek diye adlandırılan bıçak bir kez daha ne kadar çifte standartlı bir ülke olduğumuzu bize göstermiştir.

 

Bizim toplum olarak, taa Osmanlı’ya dayanan, Avrupalı’nın karşısında bir ezilmişliğimiz vardır. Günlük yaşama gelince ‘elin gavuru’ diyerek aşağılarız ama tüm kurallarımızı onlardan devşiririz ve oraya gittiğimizde sorgusuz sualsiz, çekinerek uygularız. Bu yaşadığımız en büyük tezatlardan biridir. Bunun futbola ve genel olarak sporumuza yansıması, sporun toplumun bir aynası olması sebebi ile, kaçınılmazdır.

 

Bahse mevzu Avrupa maçları olduğunda yazılı olan tüm kurallara harfi harfine riayet eden tüm organlarımız ve halkımız, içeriye döndüğümüzde kuralsızlık konusunda doktora yapacak seviyededir.

 

TFF, kulüpler, devlet kurumları, hakemler, yöneticiler, taraftarlar ve futbolcular yıllardır bu eyyamın bir parçasıdır ve olmaya da devam edecek gibi gözükmektedir.

 

Herhangi bir uluslararası maçta aklımızın ucundan geçmeyecek olayları yerel maçlarımızda görünce insan üzülüyor ve kızıyor. Biz hiçbir Avrupa maçında merdivende oturan taraftar görmezken, hala içerideki maçlarda görebiliyorsak; Avrupa maçlarında içeriye şişe kapağı bile sokamazken Samsun’da sahaya kelebek girebiliyorsa; yurtdışı maçlarında harfi harfine kuralına uyarak ve sadece gördüğüne düdük çalıp en üste çıkan hakemimiz lig maçlarında görmediğine bile çalıp, işi idare ediyorsa; “hakkı yenen” kulüplerimiz UEFA’ya sadece sitem edip TFF ve hakemleri doğramaya kalkıyorsa; Avrupa maçlarında tribünde kuralsızlık yapanları uyaran taraftarlarımız, iş içeriye dönünce provokasyondan çekinmiyorsa; uluslararası maçlarda itiraz edemeyip süt dökmüş kedi gibi olan sporcular, Türk hakemlerini görünce en kötü niyetlerini takınabiliyorsa o ülkede adaletten ve standarttan bahsetmek pek mümkün olamaz.

 

İşte bu sebepten bizim Avrupa’daki davranışlarımızı içerideki davranışlarımızla kıyaslamak yersizdir. En eski gurbetçi vatandaşımızın bile Almanya’da sonuna kadar uyduğu trafik kurallarına Edirne’den içeri girdikten sonra gram riayet etmediği bir ortamda, şu hakem Avrupa’da farklı maç yönetiyor, ülkemizde farklı demek abestir çünkü ülkemizdeki bütün kurumların yaklaşımı zaten öyledir, aksini görme ihtimalin sıfıra yakındır.

 

Adamlar gece 1’de biten maçın cezasını aynı gün saat 4.30’da Ronaldo’ya keserken sen sahaya alenen giren kelebeğin ve taraftarın cezasını nabız yoklamadan günlerce kesemiyorsan zaten standarttan bahsetmen gülünç duruma düşmekten öte bir durum değildir.

 

Bütün bu komplekslerin ve çifte standartların sonucunda hala federasyon başkanının televizyona çıkıp Euro 2024 için en büyük aday biziz, ülkemiz Avrupa çapında stad dolu derken, kafaların içi neden boş onu da açıklaması herkesin en büyük beklentisidir.

 

Haftanın Olayı:

 

Ramil Guliyev, Türk spor tarihinin milli seviyede en büyük başarısını getirmiştir. Devşirme diye burun kıvıranlar olacaktır ama ilk aşamada önemli olan Londra’da İstiklal Marşı’nın çalınması ve gençlere verilen mesajdır.

 

Aynı, yerli oyuncu oynatmayan FB’nin Eurolig şampiyonluğu gibi bu madalyanın asıl değeri geriden gelen Türk çocuklarının yolunu aydınlattığında ortaya çıkacaktır.

 

Atletizm tüm sporların anasıdır, ülke olarak her dakika başarılı olduğumuz bir branş da olmadığından keyfini çıkaralım, çocuklara bu sporu aşılayalım.

 

Unutmayalım ki, dünyanın en muhafazakar toplumlarından olan İngilizler, Somalili bir göçmen olan Mohammed Farah’a sıkılmadan ‘Sir’ ünvanı verebiliyorsa, bizim Ramil ve Yasmani’ye sahip çıkmamızda herhangi bir ayıp yoktur. Sonuçta Naim Süleymanoğlu da bir Bulgar göçmeniydi ve nasıl sahip çıktık, hatırlayın.

 

Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum.

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78