GENCİZ AMA GÜZEL MİYİZ?

Genciz ama Güzel miyiz?

Uzakdoğu’ya gittiğinizde ya da o coğrafyadan birisi ile iş yaptığınızda ona yaptığı iş için teşekkür etmek aslında onun nazarında kendisine hakaret etmektir. Zira o işi yapmak onun görevidir, aksini düşünmek abesle iştigaldir, bu sebeble de teşekküre gerek yoktur.

 

Biz ülke olarak yerli yersiz konularda Batı’nın her özelliğini aldığımız için Doğu’nun bazı değerlerine sırt dönmekten hiç çekinmeyiz. Eurobasket 2017’yi izlerken ve yorumları okurken hep bu yukarıdaki teşekkür konusu aklıma geldi, ve garipsedim.

 

Gençlerin her zaman yüreklendirilmesi ve sorumluluk alması taraftarıyım, bu fikrimde hala bir değişiklik yok ama gerçeklerin de görülmesi gerekir. Öncelikle şunu belirtmem gerekirse sırf mücadele ediyor diye bir takıma günlerce övgü düzülmez çünkü zaten spor ile hayatlarını kazanan insanların yerine getirmesi gereken ilk şart mücadele etmek, savunmak, hücum etmek ve sonuna kadar savaşmaktır. Bunun aksi düşünülemez bile. Nasıl bir terzi için, kumaşla çok mücadele etti ama sonunda elbiseyi dikti, taksici trafikle çok iyi mücadele etti ve gideceği yere vardı diyemiyorsak, sporcu için de koştu, mücadele etti diye sitayişler düzmek ancak ehven-i şer durumlarda bir anlam kazanır.

 

Lionel Messi’nin, sezonun ilk haftasında iki gol attığı maçın 90+3’üncü dakikasında 2-0 öndeyken kaptırdığı topu geri almak için rakibiyle beraber 60 metre koşup, topu kaparak takımını kontra atağa çıkarmasını izlediğimiz bir spor ortamında, ilk beşinde çoğu zaman iki adet 95, bir adet 97 doğumlu oyuncu oynatan Türk milli takımının mücadele etmesi tartışılamaz bir zarurettir. Alkışa tabidir ama atla deve hiç değildir.

 

Sui misalden emsal olmaz demiş büyüklerimiz, aslında tam da bu durum için söylemişler. Öyle bir spor ikliminde yaşıyoruz ki koşan sporcuyu alkışlar hale getirildik. Milli futbol takımındaki vurdumduymazlık, 20 yaşındaki sporcuların kendilerine ve yaptıkları işe ihaneti, ve bütün bunlara rağmen el üstünde tutulmaları hayatımıza o kadar girmiş ki gördüklerimizi gerçek zannetmeye başlamışız. Yukarıda bahsettiğim ehven-i şer, şu anda bizim gözümüzde basketbol takımımızın düştüğü durumdur.

 

Yurtdışında profesyonelliğe aday oyuncunun en çok mücadele etmesi gereken dönem zaten 17-22 yaş arasıdır. Bu dönem fiziki gelişimine şekil verdiği (tamamlanması mevkiye göre 30 yaşına kadar devam eder), oyun görüşü kazandığı, bireysel taktik gelişimine hız verdiği yani kısacası vücut ve beyin koordinasyonunun temellerini attığı dönemdir. Bütün kariyeri bu yılların üzerine yükselecektir.

 

Bu sebepten bizim genç oyuncularımıza aferin koştunuz demeyi hiç kesmeden ama eksikleriniz de şunlar demeyi esirgemememiz gerekir. Önemli olan bu çocukların NBA ya da üst seviye Eurolig gördükten sonra da ‘Ben oldum’ demeden aynı mücadeleyi önlerindeki 10-15 sene boyunca da sürdürüp Türk sporuna hizmet etmeleridir. Gözlerinin önünde Gasol, Navarro örneği vardır.

 

Adamlar en iyi öz eleştirileri 35 yaşında hala yapıyorlar ve bu sayede Navarro ve Gasol gibi yıldızlar 2001’den sonra bugün tam 16 sene sonra da İstanbul’da yine seyircinin karşısına çıkabiliyor ve mücadele azimlerinden hiç bir şey kaybetmeden sahaya geliyorlar.  Zaten Avrupalı sporcu mücadele azmini yitirdiği anda kendine, takımına ve onu destekleyenlere saygısından dolayı yarışmacı sporu bırakıyor çünkü biliyor ki mücadele etmeden safi yetenek ile sporculuk yapılmaz. Peki ya bizde?

 

1999 yılında Fransa’da Eurobasket oynayan Erman Kunter yönetimindeki takım yine bugünkü gibi ağırlıklı olarak gençlerden oluşuyordu. Son saniyede Haluk Yıldırım’ın kaçırdığı üçlük ile ev sahibi Fransa’yı geçip yarı finale çıkmanın ucundan dönmüştük. O takım da bugünkü gibi hepimize heyecan vermişti ki zaten iki sene sonra tarihimizin en büyük başarısını İstanbul’da kazandılar. Ama o jenerasyon daha ötesine gidemedi. 1 sene sonra Indiana’da sonraki sene de İsveç’te rezil oldular. Elin İspanyol’u, Sırp’ı, Yunan’ı bir jenerasyon yakaladığında 10-15 sene onun etinden sütünden her alanda faydalanırken bizim bundan faydalanamamamızın sebeplerini iyi görmeliyiz ki bugünkü çocuklar da aynı hataya düşmesinler.

 

Oyuncu antrenör çekişmeleri, oyuncuların takım içi çekişmeleri, iktidar mücadelesi ve asıl önemlisi oyuncuların tam eğitilmeden, kişisel gelişimini tamamlamadan bir yerlere gelmesi sebebi ile ‘ben oldum’ demesi, bizim parlayan nesillerimizin sonunu hazırladı.

 

Bu sebepten bu takımı mental olarak 2019 Dünya Şampiyonası’na hazırlamak fiziki olarak hazırlamaktan daha büyük önceliktir. Takımın iki yıldız adayı Cedi ve Furkan o turnuvaya NBA oyuncusu olarak çağrılacaktır. Fiziken daha iri ama oyun anlayışı olarak da Avrupa mentalitesinden çıkmış olacaklardır ki bu sebepten onları Gasol, Parker ya da Nowitzki gibi sisteme entegre etmek bizim önceliğimiz olmalıdır. Aksi halde eski hastalığımız nükseder ve takımdaki mücadele ve taktik ahengi bozulur; onlar nasılsa yıldız takımı onlar kurtarsın moduna geçeriz.

 

Koç Ufuk Sarıca’nın, Letonya maçındaki bir mola esnasında söylediği gibi: “Tamam, genciz, güzeliz de o kadar da değil!”

 

En azından hoca bazı şeylerin farkında, bu da bize umut veriyor.

 

Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum…

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78